Richard Hooker kimdir? Hayatı ve eserleri: Siyaset felsefesinde, bir başka tipik Rönesans filozofu da Richard Hooker’dır (1553-1600). Başka bir deyişle, Hooker da “rıza” kavramına dayanmak ve toplum sözleşmesine inanmak anlamında modern, Skolastik düşüncenin doğal hukuk öğretisini temele almak bakımından da modern öncesi bir geçiş filozofudur.
Kalvinistlerin kiliseye itaat etmeyi reddederken dayandıkları temeli çürütmek amacıyla, Aquinalı Thomas’tan yararlanarak bir doğal hukuk öğretisi geliştiren Hooker’ın esas amacı, İngiltere’de Kraliçe Elizabeth’in hükümdarlığını temellendirmekti. Bu yüzden dünyayı her şeyin kendi amacına yöneldiği yasalı ve düzenli bir bütün olarak gördü. Bu amaç, sözgelimi insan için mükemmelliğe erişme olmak durumundaydı. Aquinalı Thomas’ın dörtlü hukuk anlayışından yola çıkarak, yasalı dünya anlayışında her şeyden önce ezeli-ebedi, ilahi bir yasanın olduğunu öne sürdü. Ona göre, ikinci yasa doğal yasadır; söz konusu doğal yasayı, doğa yasası ve akıl yasası olarak ikiye ayıran Hooker’a göre, doğa yasası özgür olmayan güçler veya bütünüyle doğal varlıklar için geçerlidir. Doğa yasasının insanın fiziki varoluşunu ve biyolojik dürtülerini yönettiği yerde, akıl yasası rasyonel varlıklar olarak tüm insanları yöneten bir yasa şeklinde tasarlanır. Söz konusu ezeli-ebedi yasayla doğal yasaya ek olarak bir de toplumsal yasa veya pozitif hukuk vardır. Doğal hukuk bütün insanları bağlar ama devlete bağlı değildir. Oysa pozitif hukuk toplum içinde yaşamaya başladıkları ve politik yönetimi tesis ettikleri zaman varlık kazanır.
Tanrı sevgisini doğal yasanın ilk buyruğu olarak sunan Hooker, aynı yasanın buna bağlı olarak ikinci büyük emrinin komşu sevgisi olduğunu söyler ve söz konusu sevgi ilkesini, “kendimizle kendimiz gibi olanlar ilişkisinden çıktığını” söyleyerek temellendirir. Ona göre, bir ve aynı doğanın varlıkları olan insanlar doğaları gereği eşit ve özgürdürler. Hooker, bu noktada kalmayıp insanların, doğaları gereği mükemmellik peşinde koşan varlıklar olmaları ve sosyal olmayan bir hayatın insanın mükemmelliğe erişemeyeceği hayvani bir yaşam olması nedeniyle, topluma yönelik bir eğilim taşıdıklarını söyler. Eşitlik ile rıza arasında böylelikle yakın bir ilişki kuran Hooker toplumun kaynağını bir sözleşmede bulur.
Toplumu, politik yönetimi ve dolayısıyla pozitif hukuku, insanın toplumsallık eğiliminden türeten Hooker, ikinci olarak insanlar arasında kıskançlık, rekabet, didişme ve taraf tutma benzeri beşeri nedenlerle ortaya çıkan kavga ve şiddetin yönetici bir otoritenin tesisiyle ortadan kaldırılabilmesi olgusuna başvurur. Toplumun kaynağına insanların bir başlarına eksikli olmaları, ancak toplum yoluyla gelişebilmeleri ve mükemmelleşebilmeleri olgusuna ek olarak, insanlar arasında toplum öncesinde ortaya çıkan çatışmayı koyan Hooker, toplum sözleşmesi, sözleşmeyi doğuran nedenler ve toplum öncesi duruma ilişkin kavrayışıyla Hobbes’u derinden etkilemiştir.
Hooker “hiçbir sivil toplumun olmadığı zamanlar” diye tanımladığı doğa durumundan toplumsal yaşama geçişi “rıza” kavramına dayanarak açıklar. Gerçekten de “bir insanın bir başkası üzerinde efendi ya da yargıç olabilmesi için rızadan başka bir temel olamayacağını” öne süren Hooker’ın otoritenin kaynağını rızada görmesi, politik iktidarın halka ait bir şey olarak değerlendirilmesi anlamına gelir. Bu gücü ya da iktidarı halk, Hooker’a göre, bir sözleşme ya da rıza edimiyle yönetime devretmiştir. İşlevi çatışmayı önlemek ve kötülüğü ortadan kaldırarak insanların çatışan çıkarlarını uzlaştırmak olan devletin tek amacı, bu değildir. Zira Hooker, politik organizasyon veya toplumu, aynen Aristoteles gibi insanın yetkinleşebilmesinin bir aracı olması nedeniyle, onun bozulan doğasına bir çare olarak oluşturulmuş bir yapıdan ziyade, insanın amacına ulaşma koşulu olan bir yapı olarak düşünür.
Söz konusu amaçla belirlenen doğal yasa anlayışına paralel olarak, Hooker kilise ile ittifak eden sınırlı bir monarşiyi savunma amacı güder. Ona göre kiliseyle devleti birbirinden tamamen ayırmak doğru değildir; bunun da en önemli nedeni, insanın doğal olduğu kadar doğaüstü amaçları da olmasıdır.
İnsanlardan meydana gelen toplumun işte bu işlevini gerçekleştirmesinde, kilise hem uyruklara hem de yöneticilere yardım ederek, ahenk ve adaleti yüceltir. Bu yüzden din, Hooker’a göre, yararlı bir kurum olmak durumundadır. Aslında ilk bakışta bir süreden beri kopartılmaya çalışılan kilise-devlet ilişkisinin restore edilmesi veya yeniden savunulması gibi görünen bu öğreti, kiliseye politik bir güç verme niyetinde olmadığı gibi, onu politik bir aygıt olarak da tasarlamaz. Üstelik Hooker’a göre, aynen devlet gibi kilisede de doğrudan doğruya vahyin alanına girmeyen tüm konularda egemenlik bütün insanlara ait olmak durumundadır. Papanın otoritesinin reddi anlamına gelen bu görüş, devlet gibi kilisede de yönetimin rızaya dayanması gerektiği anlayışıyla birleşince, hoşgörü kavramı Hooker’ın siyaset felsefesinde de önemli bir yer tutmaya başlar.
“Halkın onayını almayan şeyin yasa olamayacağını” bildiren Hooker’ın öğretisi, esasta veya niyet itibariyle muhafazakâr bir öğretidir. Onun muhafazakâr bir zeminde kalması nedeniyle modern öncesi bir nitelik taşımasının temeli, Hooker’ın doğal yasayı, son çözümlemede Tanrıya bağlayarak Hıristiyan teolojisinin genel çerçevesi içinde kavramasıdır. Gerçekten de o, imanın akılla çelişmediğini, tersine aklı tamamladığını düşünme noktasında Thomas’la anlaştığı için kutsal yasayı doğal yasanın yorumlanmasında bir rehber olarak takdim eder. Bu da onun Ortaçağa özgü bir tavrı sürdürdüğü anlamına gelir.
Fakat Hooker’ın, bir yandan da yaratacağı etki itibariyle, tam bir radikalizme yol açtığını söylemek gerekir. Gerçekten de doğa yasasını beşeri eğilimlerden çıkarsayan ve bir sözleşme kuramıyla doğa durumu anlayışını dönemin diğer filozoflarından çok daha açık ve tam bir biçimde geliştiren Hooker, modern siyaset felsefesine ve yeni doğal hukuk kuramlarına geçişte oldukça önemli bir etki alanına sahip olmuştur. Onun öğretisi özellikle Locke’un elinde modern doğal hukuk kuramlarının en etkili ve önemli bir parçası haline gelecektir. Bu ise onun modernizmin temeli olması anlamına gelir.
Kaynak: Felsefe Tarihi, Ahmet Cevizci
Yorumlar kapalı.