Charles Dickens kimdir? Hayatı ve eserleri

kihaes 01/10/2022 0

Charles Dickens kimdir? Hayatı ve eserleri: (1812-1870) İngiliz, romancı. 19. yy’ın en büyük romancılarından sayılır, ilk kez ro­manda toplum ve bireyi eşit ağırlıkta yansıtarak romanın bu iki temel öğe­sini dengelemiş, İngiliz romanına toplumsal gerçekçiliği getirmiştir. Charles John Huffam Dickens 7 Şubat 1812’de Portsmouch limanına yakın Landport’da doğdu, 9 Haziran 1870’te Kent’te öldü. Sekiz çocuklu bir ailenin ikinci çocuğuydu. Babası John Dickens savur­gan ve hayalci bir kişiydi. Deniz Kuvvetleri’nde muhasebe memuruydu. Charles’ın doğumundan iki yıl sonra babası Londra’ya atanınca ailesiyle birlikte Chatham’a yerleşti. Sekiz yaşına gelene değin otur­dukları Chatham onun belleğinde kalıcı izler bıraktı. Chatham’daki hizmetçileri Mary Weller’den dinlediği cin ve peri masalları, korku öyküleri romanlarındaki heyecan ve korku öğelerini oluşturdu, ilk kez Chatham’da kürek mahkûmlarını gördü, tiyatroyu tanıdı, ilk dini izlenimlerini edindi ve bu ilk dinlediği papaz sonradan romanlarında sahte dindarlığın modeli oldu.

1822’de
aile Londra’nın oldukça ucuz ama kibar bir semtine taşındı. Charles Dickens
henüz okula gitmediği için Londra’yı gönlü dilediğince gezip tanıdı. Londra’nın
romanlarında canlı bir simge, hatta bazen bir kişi olarak bulunmasının
kökenleri bu ilk gözlemlere dayanır.

John
Dickens’ın Londra’da sürdürmeye heves­lendiği kibar yaşam yüzünden aile ciddi
para sıkıntısı­na düştü. Charles artık okula başlayabileceğini umdu­ğu bir
dönemde aile dostları James Lambert’in ayakkabı boyası fabrikasına işçi olarak
verildi. Yakla­şık altı ay çalıştığı bu işte geçen zaman Charles Dickens’a göre
yaşamının en kötü dönemidir. Okuyup meslek sahibi olabilme düşlerinin artık
tümüy­le olanaksızlığına inanan Charles kendisini cahil ve kaba bir yaşama
mahkûm gördü. Ömrü boyunca çalıştığı fabrikanın önünden geçerken yolunu değiş­tirdiğini
ve yaşamının bu döneminden çok utandığı için kimseye söz edemediğini yazar.
Yaşamının bu dönemi, David
Copperfield romanında David’in şa­rap fabrikasında çalıştığı bölümde
anlatılır. Aynı dönemde babası da borçları nedeniyle hapse düşmüş­tü. Geçinecek
paraları olmadığından bütün aile onun­la birlikte hapishaneye taşındı. Geceleri
fabrikanın sağladığı bir yerde kalmakla birlikte Charles da kahvaltılarını
hapishanede ediyordu. Bu olayın yankı­sı bütün yapıtlarında görülür, hapishane
korkusunu işlemediği bir tek romanı yok gibidir. 1824’te John Dickens hapisten
kurtulunca oğlunu da fabrikadan aldı ve okula gönderdi. David Copperfield
romanında baba karakterinin birçok kusurlarına karşın sevimli bir kişi olarak
çizilmesi, bu davranışından ötürü babasına duyduğu minnet duygusundan
kaynaklanır. Fabrikadan alınıp alınmaması konusunda duraksayan annesini ise
hiçbir zaman bağışlamamıştır.

Üç
yıl süren bir okul döneminden sonra ailenin maddi durumu bozulunca Charles
Dickens yeniden iş aramak zorunda kaldı. 1827’de on beş yaşındayken bir
avukatın yanına girdi. Bu iş ona en büyük tutkusu saydığı tiyatroya zaman ve
para ayırma olanağı sağladı. O zaman küçük bir ücret ödenerek oyunlarda rol
alınabiliyordu. Dickens sık sık küçük roller satın alarak oynadı. Romanlarının
dramatik özellikleri yaşamı boyunca sürdürdüğü bu tiyatro tutkusundan
kaynaklanır.

1829’da
hukuk işlerinden sıkılıp gazeteci olmaya karar verdi ve emniyet muhabirliği
yapmaya başladı. Bu deneyiminden de romanlarındaki suçlu tiplemele­rinde
yararlandı. 1831’de amcası kendi çıkardığı bir dergide Dic­kens’a parlamento
muhabirliği yapmasını teklif etti.

Beş
yıl süreyle başarıyla yürüttüğü bu iş sırasında Dickens politikayla yakından
ilgilendi ve ateşli re­form yazıları yazdı. Charles Dickens İngiliz
Parlamentosu’na her zaman kuşkuyla baktı, ona göre Parlamento hepsi birbirine
benzeyen yeteneksiz ama kurumlu soylular­la, fırsatçı orta sınıf üyelerinden
oluşmuştu. Reform yasalarını çıkarmakta parlamentonun çok yavaş ve becereksizce
davrandığını düşündüğü için İngiliz Parlamentosu’ndan “Ulusal çöp yığını” diye
söz et­miştir.

Londra
sokaklarında dolaşmayı parlamento mu­habirliği sırasında da sürdürdü. Bu
döneminde, Lond­ra’yı ı toplumsal sorunların bilincinde, politik bir bakışla da
gözlüyordu. Yazarlık yaşamına Boz imza­sıyla yazdığı Londra görünümleriyle
başladı ve 1834’te bu yazılarından hatırı sayılır bir gelir elde etti. Aynı yıl
Evenıng Chronicle
gazetesinin editörü John Hogarth’la tanıştı. Dickens’ın, Hogarth’ın sekiz kızı­na
âşık olduğu ama törelere uyarak en büyüğü Catherine (Kate) ile evlendiği
söylenir. Karısının kız kardeşlerinden Mary’ye özel bir bağlılığı vardı. Mary’nin
on sekiz yaşında birdenbire ölmesinden çok etkilendi. Romanlarında Little Nell,
Kate Nickleby, Florence Dombey, Agnes Wickfield gibi genç ölen kadınlar Mary’nin
izini taşır.

1835’te
bir yayınevi Dickens’a Robert Seymour’un çizgileriyle bir çizgi roman
ısmarladı. Pickwick
Papers (Mister Pickwick’in Maceraları) adıyla çıkma­ya başlayan çizgi
roman Sam Weller adlı karakterin eklenmesiyle çok beğenildi ve aylık satışı
kırk bini buldu. Pickwick
Papers’ın bir yıl sonra kitap olarak basılmasıyla Charles Dickens, yirmi
beş yaşında ünlü bir yazar oldu. Pickwıck Papers’ı Bamaby Rudge
ve Nicholas
Nickleby izledi. Oliver
Twist’te yeni çıkarı­lan Yoksullar Yasası’nı eleştirdi. İngiliz düşünürü
Jeremy Bentham’ın yararcı fikirlerinin etkisiyle İngiliz Parlamentosu 1834’te
yoksullara kilise yardımını yasaklayarak bütün işsizleri Çalışma Evleri’nde
topla­yıp yararlı hale getirmeyi amaçlayan bir yasa çıkar­mıştı. Yasanın etkin
bir biçimde uygulanabilmesi için Çalışma Evleri’ndeki koşulların en az ücretle
en uzun süre işçi çalıştıran bir işyeri ya da fabrikadakinden daha da kötü
olması gerekiyordu. Bu yöntem, sonun­da, bir çözüm olmaktan çok Sanayi
Devrimi’nin toplumsal acılarını artırarak bir ceza uygulamasına dönüştü.
Dickens gerek Oliver
Twist’te gerek çocuk ve büyük işçilerin sefaletini sergilediği öbür
romanla­rında yem yasaya şiddetle karşı çıktı.

1842’de
ABD’ye gitti. Demokrasi ve özgürlük ülkesi diye düşlediği ABD’de beklediklerini
bulama­dı. Ona göre bu ülkenin basını aşağılık, demokrasisi düzmeceydi. Bu izlenimlerini
Martin Cbuzzlewit’te anlattı.
1844’te ailesiyle önce Marsilya’ya sonra Cenova’ya gitti. 1845’te Londra’ya
döndü. 1846’da kısa bir süre Liberal Daily News
gazetesini çıkardıktan sonra Lozan’a gitti ve orada Dombey and Son
ı (“Dombey ve Oğlu”) yazmaya başladı. Dombey and Son
onun romancılığının dönüm noktasıdır. Bu romana dek yapıtları, toplumsal
konuları içermekle birlikte kü­çük hesaplar, iki yüzlülük, zalimlik, bencillik
gibi kişisel kötülükleri konu almıştı. Dombey and Son’da
ilk kez toplumu da bütünüyle ele alıyordu. Bu romanın çok başarı kazanması
üzerine Dickens yeni­den yüreklendi ve 1849’dan 1855 ’e değin David Copperfield, Bleak House
(“Kasvetli Ev”), Hard
Times (“Zor Yıllar”), Little Dorrıtt’i
(“Küçük Dorritt”) yazdı.

1854’te
Dickens Ellen Ternan adlı bir tiyatro oyuncusuyla ilişki kurdu ve karısından
ayrıldı. 1859’da A
Tale of Two Cities (İki Şehrin Hikâyesi) tefrika olarak çıkmaya başladı. Çok okunan
bir kitap olmakla birlikte Fransız Devrimi’ni konu alan yapıtta Dickens’ın
derin bir tarih anlayışı geliştirdiği söylene­mez. Bu romandan sonra 1860-1861
yıllarında başya­pıtı Great
Expectations’ı (Büyük Umutlar) yazdı. 1864-1865 yıllarında yazdığı Our Mutual Friend (“Ortak
Dostumuz”) tamamladığı son romanıdır.

Dickens
yaşamının son yıllarını büyük dinleyici kitlelerine romanlarından parçalar
okuyarak geçirdi. Oyunculuk yeteneğini kullandığı bu okumalarda çok etkili
olduğu yazılır. Yazmakta olduğu The Mystery of Edwin Drood’n
bitiremeden öldü. Westminster Abbey’e defnedilen tabutu üç gün boyunca son
ziyaretine gelen hayranları için açık durdu.

Dickens’ın
anlatı tekniğine, bütün 19. yy roman­cılarında olduğu gibi, her şeyi gören,
bilen, yargılayan okurla olay arasına giren yazar anlatısı egemendir.
Yorumlayıcı, betimleyici ve yergici bir dil kullanır. Anlatıcı olarak aradan
çıkıp kişi ve yerleri yansıtırken ise dili olağanüstü çeşitlilik gösterir. Olay
örgüsünü ve temalarını sık sık kullandığı simgelerle pekiştirir. Bunların çoğu
anlamları belirli, durağan simgelerdir. Örneğin köy yaşantısı her zaman doğaya
yakınlığı, sevgiyi, sıcak insan ilişkilerini, idealizmi simgeler, kent
yaşantısı ise maddiyatçılığın, çıkarcılığın simge­sidir. Bu durağan simgelerin
yanı sıra, olaylar ilerle­dikçe değişik anlamlar kazanan doğurgan simgeler de
kullanır. Örneğin Our
Mutual Friend’de (“Ortak Dostumuz”) nehir, onunla ilişkili kişilerin özellikleri­ne
göre kimi kez yaşam, kimi kez de ölüm ve kötülük simgesidir. Romanlarında
önemli rol oynayan Londra kenti de böyle çok anlamlı, doğurgan bir simgedir.

Dickens’ın
romanlarında mizahla kaynaşan bir yergi vardır. Açgözlülük, ikiyüzlülük, kibir,
insan doğasında en sevmediği üç zayıflıktır. Toplumsal boyutta ise kurumlardaki
çürümenin bireysel ahlak­sızlıktan kaynaklandığı inancındadır ve yergileri de­ğerler
bunalımında odaklaşır.

Dickens’ın
romanlarında belirgin bir biçimde ayrışan iyi ve kötü tipleri vardır, iyiler
her zaman toplum dışı bireylerdir, ancak tüm garipliklerine karşın toplumca
benimsenen kişilerin erişemediği bir bilgeliğe sahiptirler. Bunlarla aynı düzlemde
simgesel tipler vardır; salt iyiliği, kötülüğü ya da özveriyi simgeleyen ve
roman boyunca aynı kalan bu tipler Dickens’ın en sıradan kişileridir. Gene
değişim göster­meyen ama daha ilginç bir tip grubu Binbir Gece Masalları,Gotik
ve Romantik romanlardan esinlenerek yarattığı aşırı dramatik, ürkütücü, masalsı
tiplerdir. Bu zengin insan tiplemelerinin yanında edebi açıdan üstünde
durulmaya değer tipler bir gelişim ve büyü­me gösterenlerdir; David Copperfield’da.
David, Great
Expectations’da Pip bunların örneğidir. Çocukluk­larından başlayarak olgunluğa
ulaşıncaya değin yaşam öyküleri romanın kurgusunu oluşturan bu kişiler 19. yy
romanlarının en önemli tiplerinden sayılır. Bildungsroman
(gelişme ve bilinçlenme romanı) çerçeve­sinde anlatılan bu kişiler romanın
başında öksüz ve yetimdirler, gelişme süreçlerini etkileyecek ana-baba
otoritesinden yoksundurlar. Toplumda saygın bir yer edinebilmek kaygısıyla
başlangıçta para ve mevki edinmek için yanlış değerlere saplanarak, gerçek
sevgi ve dostluktan uzaklaşırlar, ama birçok acı deneyim­den sonra bu değerleri
yadsıyarak en doğru, en dürüst seçimi yaparlar.

Dickens’ın
romanlarının olay örgüsü esrar ve rastlantıya çok yer verdiği için zaman zaman
eleşti­rilmiştir. Bir başka eleştiri de Dickens’ın romanların­daki olay
örgüsünün hep ahlaki bir öğreticiliğe hizmet edecek biçimde tasarlandığına
ilişkindir. Çıraklık dönemi sayılabilecek ilk romanlarında olay örgüsü yer yer
zayıf ve dağınıktır. Ancak daha sonrakilerde esrarengiz ve rastlantısal
olayların konuy­la organik bütünlüğe kavuştuğu görülür. Öte yan­dan, Dickens’da
rastlanan ahlaki kaygı ve öğreticilik 19. yy romanının yaygın bir özelliğidir.
Dickens’ın romanlarının çoğunu yazdıkça tasarladığı, başı sonu belli bir
öyküyle bile işe başlamadığı, kendi deyimiyle kişilerinin “yazardan bağımsızlık
kazanarak” öyküyü yönlendirmelerini beklediği bilinir.

Charles Dickens Eserleri:

  1. Sketches
    by Boz, 1936;
  2. The
    Post-humous of the Pickwick Club, 1837;
  3. Oliver
    Twist, 1838, (Oliver Twist);
  4. Nicholas
    Nickleby, 1839;
  5. The
    Old Curiosity Shop, 1840, (Antikacı Dükkânı);
  6. Bamaby
    Rudge, 1841;
  7. Martin
    Chuzzlewit, 1844, (Martin Chuzzlewit);
  8. Dombey
    and Son, 1848, (“Dombey ve Oğlu”);
  9. David
    Copperfield, 1849-1850,(David
    Copperfield
    );
  10. Household Words,
    1850;
  11. Bleak House,
    1853, (“Kasvetli Ev”);
  12. Hard Times,
    1854, (“Zor Yıllar”);
  13. Little Dorrit,
    1857, (“Küçük Dorrit”);
  14. A Tale of Two Cities,
    1859, (İki Şehrin Hikâyesi);
  15. Great Expectations,
    1861, (Büyük Umutlar);
  16. Our Mutual Friend,
    1861, (“Ortak Dostumuz”);
  17. The Mystery of Edwin Drood,
    1870.

Kaynak: Türk ve
Dünya Ünlüleri Ansiklopedisi, Cilt 32, Anadolu yayıncılık, 1984.

Yorumlar kapalı.