Çehov, Anton Pavloviç kimdir? Hayatı ve eserleri

kihaes 12/24/2021 0

Çehov, Anton Pavloviç kimdir? Hayatı ve eserleri: (1860-1904) Rus öykü ve oyun yazarı. Çarlık Rusyası’nın çöküş dönemindeki taşra yaşamını, insan ilişkilerinin kopuklu­ğunu, bunalımlı bir toplumun birey­lere yansıyan tedirginliğini şiirsel bir gerçekçilikle dile getirmiştir. 15 Ocak 1860’ta Azak denizi kıyısındaki Taganrog’da doğdu, 15 Temmuz 1904’te Badenweiler’de öldü. Özgürlüğe kavuşmuş bir toprak kölesinin torunu ve küçük bir taşra bakkalının oğludur. İlk ve ortaöğrenimini doğduğu kentte tamamladı. Daha çocukluk yıllarında babasının bakkal dükkânında ona yardım ederek küçük yaşta bağımsız ve sorumlu bir kişiliğe sahip oldu. 1876’da babasının iflas etmesi üzerine, oturdukları evi satıp Moskova’ya taşındılar.

Ama Çehov liseyi bitirmek için
1879’a değin Taganrog’da kaldı. Geçimini özel ders vererek sağladı. Aynı yıl
Moskova’ya giderek Tıp Fakültesi’nde yükseköğ­renime başladı. Ailesinin
Moskova’da büyük yoksul­luk içinde yaşamak zorunda kalması yüzünden daha lise
öğrencisiyken mizah dergilerine yazdığı öyküler­den eline geçen parayı ailesine
yolluyordu. Daha sonra babası çalışamaz duruma düşünce, ailesini geçin­dirmek
sorumluluğu Çehov’a yüklendi. Ağabeysi Aleksandr’ın yüreklendirmesiyle
dergilere gönderdiği kısa öyküler, mizah yazıları ve Moskova’nın gündelik
yaşamıyla ilgili izlenimler ona hem belli bir gelir sağlıyor, hem de adının
Moskova’da ve St. Petersburg’da duyulmasına yarıyordu. Çehov 1884’te üni­versiteyi
bitirip doktorluk yapmaya başlayınca, baktı­ğı hastaların çoğu yoksul olduğu
için, yazarlıktan sağladığı paradan vazgeçmeyeceğini gördü.

1883-1886 arasında St. Petersburg’da
Nikolay Leykin’in yönetiminde yayımlanan Oskolki gazete­sinde aralarında “Moskova Yaşamından İzlenimler” de
bulunan 300 kadar yazısı çıktı. Gündelik yaşamla ilgili bu yazılarında
gerçekliği daha iyi tanıma olana­ğını buldu ve gözlem gücünü geliştirdi.
1885’te Leykin’i görmek için St. Petersburg’a gittiği zaman, okur yığınları
arasında ve seçkin edebiyat çevrelerin­de yaygın bir üne kavuşmuş olduğunu
gördü. Bu gezisi sırasında o dönemin önde gelen dergilerinden Novoye
Vremya’nın (Yeni Zamanlar) yönetmeni A.S.
Suvorin’le tanıştı ve o zamana değin yazılarında kullandığı takma adlardan
vazgeçerek öykülerini ken­di imzasıyla yayımlamaya başladı. Bu dönemde yaz­dığı
Unter
Prişibeyev (Prişibeyev Çavuş), Yeger (Avcı) ve Gore (Acı) gibi ünlü öyküleri
Suvorin’in dergisinde basıldı. 1888’de Step (Bozkır) adlı uzun öyküsü aylık Severni
Vestnık dergisinde çıkınca, büyük bir üne
kavuştu.

Çehov lise öğrencisiyken oyun yazmayı da denemişti. 1878-1881
arasında Pyeza bez nazvarıiya adlı bir oyun
yazmış, bir kenara bırakmıştı. Aynı zamanda Platonov adıyla da bilinen bu oyun Mali Tiyatrosu tarafından geri
çevrildi. Oyun yazarlığını tek perdelik oyunlarla sürdüren Çehov’un sahnelenen
ilk yapıtı İvanov’du. 1887’de
yazılan ve Çehov’un Martı ve öteki başarılı oyunlarının
birçok özellikleri­nin tohumlarını taşıyan bu oyunu Medved (Ayı) ve Predlojeniye (Teklif)
gibi tek perdelik oyunlar izledi. 1889’da yazılan Leşi (Orman Cini) Çehov’un daha sonra Dyadya Vanya (Vanya Dayı) adıyla yeniden yazdığı bir oyunun ilk biçimiydi. Bu
oyunun da başarısızlığa uğraması üzerine oyun yazmaktan bir süre için
vazgeçerek öykü yazarlığına döndü. Bu dönemde yazdığı öykülerini Pyostrye
rasskazi (Çeşitli Öyküler), Nevinnye reçi (Masum Konuşmalar), V sumerkah (Alacakaranlıkta) ve Rasskazi (Öyküler) başlıkları altında topladı. Alacakaranlıkta adlı öykü kitabı 1887’de Rus Akademisi’nin Puşkin Ödülü’nü
kazandı.

1890’da Sibirya’ya ve kürek mahkûmlarının bu­lunduğu Sahalin
Adası’na yaptığı gezi sonunda yazdı­ğı Sahalin adlı kitabı mahkûmların durumlarıyla ilgili birtakım reformların
yapılmasında önemli bir rol oynadı. Bir süre için Tolstoy’un Hıristiyan
sevgisin­den kaynaklanan kötülüğe karşı direnmeme felsefesi­nin etkisi altında
kalan Çehov, ülkesinde yaşayan insanların korkunç yaşama koşullarını daha
yakından görünce bu görüşten uzaklaşarak bu konuda sorum­luluk duygusu olan
herkesin bir şeyler yapması gerektiğine inandı. Bu inancın heyecanı içinde,
1891’de Suvorin’le birlikte çıktığı Avrupa gezisini altı hafta sonra yarıda
bırakarak Rusya’ya döndü. Duel (Düello) ve Palata No.6 (6 Numaralı Koğuş) adlı en güçlü yapıtları bu dönemin
örnekleridir.

1892 ilkyazında Moskova yakınlarında Melikovo çiftliğini satın
alarak ailesiyle birlikte oraya yerleşti. Amacı gürültüsüz bir ortamda huzur
içinde çalışmak­tı. Ancak kısa bir süre sonra o çevrede kolera salgını baş gösterince,
yeniden doktorluğa başlayarak köylü­lerin yardımına koştu. Melikovo’da
geçirdiği yıllar yazarlık yaşamı bakımından çok verimli olmakla birlikte,
sağlığının kötüleşmesi üzerine, Melikovo’ya yerleştikten iki yıl sonra, kış
aylarını Yalta’da geçir­meye başladı. Bu arada yazdığı Çayka (Martı) adlı oyunu St. Petersburg’dakı Aleksandrinski Tiyatrosu’nda
17 Ekim 1896’da sahnelendi ve tam bir başarısızlığa uğradı. Eleştirmenlerden sert
eleştiriler geldi. Çok üzülen Çehov bir süre gene öykü yazarlı­ğına döndü.
1897’de sağlık nedeniyle kışı geçirmek için Nice’e gitti ve o yıl Fransa’da
büyük gürültülere yol açan Dreyfus olayını yakından izleme olanağını buldu.
Zola’ya ve özgür düşünceli Fransız aydınlarına büyük hayranlık duydu. Bu
duygularını açıkladığı için de tutucu görüşlere sahip olan arkadaşı Suvorin’le
çatışmak zorunda kaldı.

1898’de Melikovo’ya dönen Çehov doktorların uyarısı üzerine
kışları ılıman bir bölgede geçirmek üzere yeniden Yalta’ya gitti. Ertesi yıl,
babasının ölümünden sonra Melikovo’daki çiftliği satarak anne­si ve kız kardeşiyle
Yalta’ya yerleşti. Orada yaptırdığı ev kısa bir süre içinde Bunin, Şalyapin,
Tolstoy, Maksim Gorki gibi ünlü yazar ve sanatçıların uğrak yeri oldu. 1898’de,
Moskova’dan ayrılmadan önce arkadaşı Vladimir Nemiroviç-Dançenko ile Konstantin
Stanislavski’nin, kurmuş oldukları Moskova Sanat Tiyatrosu’nda Martı’yı sahnelemelerine izin verdi. Bu oyunun ilk provalarına da giden
Çehov orada daha sonra evleneceği ünlü oyuncu Olga Knipper’le tanıştı. Moskova
Sanat Tiyatrosu’nun sahnelediği Martı bü­yük bir başarı kazandı. Bunun üzerine Stanislavski ertesi yıl Vanya Dayı’yı gene büyük bir başarıyla yorumladı. 1900’de Stanislavski,
Çehov’un bu oyunu­nu görebilmesi için topluluğuyla bir Kırım turnesi düzenledi.

Çehov 6 Mayıs 1901 ’de Olga Knipper’le evlendi. Ama karısının
oyunculuktan ayrılmasını istemediği için onun tiyatro mevsiminde Moskova’dan
ayrılma­masını, yalnız yaz aylarında Yalta’ya gelmesini kendi­sine kabul
ettirdi. Moskova’daki sanat ve kültür yaşamından uzakta, kendini bir çeşit
sürgün gibi gören Çehov’un en büyük avuntusu Tolstoy ve Gorki’yle
buluşmalarıydı. 1900’de Gorki’nin Rus Akademisi’ne girmesi Çar tarafından
onaylanmayınca, Çehov da bu kararı protesto etmek için iki yıl önce seçildiği
Akademi’den ayrıldı.

Çehov’un Moskova Sanat Tiyatrosu’yla sürdür­düğü başarılı ilişki
1901 ’de Tri sestri’nin (Üç
Kızkardeş) sahnelenmesiyle en parlak ürünlerinden birini daha verdi. Ancak
Çehov’un sağlığı durmadan kötüye gidiyordu. Son oyunu Vişnyovı sad’ı (Vişne Bahçesi) büyük bir güçlükle bitirdi ve doktorların
yasaklama­sına karşın provalarda bulunmak için 1903’te Mosko­va’ya gitti.
1903-1904 kışında durumu daha da kötüle­şince karısıyla birlikte Almanya’daki
sağlık merkezle­rinden biri olan Bedenweiler’e gitmek zorunda kaldı ve orada
öldü.

Çehov’un sanatını belirleyen etkenler arasında güçlüklerle dolu
çocukluk yılları, taşra yaşamının özellikleri ve Devrim öncesi Rusyası’nın
çöküntü havası sayılabilir. Bu olumsuz koşullara karşı kendi iç dünyasının
insan sevgisi ve anlayışı, iyimserliği ve güldürü duygusuyla karşı koymasını
bilen Çehov bu niteliklerini yazdığı öykülerde ve oyunlarda başarıyla yansıttı.
Sanatçının her zaman nesnel olmasını savun­makla birlikte yazdığı yüz elliyi
aşkın öykünün hemen hemen hepsinde onun bu kendine özgü sıcaklığının izlerine
rastlanır. Genellikle insanın sınır­sız yalnızlığını işleyen öykülerinde,
gösterişsiz bir anlatım ve son derece ölçülü bir ses tonuyla sıradan insanların
anlamsız gibi görünen yaşamlarını en anlamlı yanlarıyla sergiler. Çehov’un
güldürü duygu­su, kaba bir alaycılık amacıyla değil, kaba ve çirkin olanı açığa
çıkarmak, bunların yol açtığı ezilmişliği ve mutsuzluğu dengelemek amacıyla
kullanılır. Çehov’ dan önce Rusya’da pek önemsenmeyen kısa ve uzun öykü türü,
onun bu alanda verdiği örneklerden sonra edebiyatın önemli türlerinden biri
sayılmaya başla­mıştır.

Çehov’un öykülerinde görülen özellikler onun oyunlarını da
belirleyen özelliklerdir. Ancak onun bu alanda gerçek bir olgunluğa kavuşması
öykü türünde­ki olgunluğundan daha uzun bir zamanı gerektirmiş­tir. İlk oyunu
olan Platonov’u ilk yazılışından sonra elden geçirmemiş olması, Çehov’un da bu
oyunu bir gençlik denemesi olarak değerlendirdiğini gösterir. Oldukça uzun ve
kaba çizgili bir ovun olan Platonov yazarının
ölümünden çok sonra, özellikle ününün giderek j ayıldığı bazı Batı ülkelerinde
gerekli kısıtla­malar ve düzenlemeler yapılarak başarıyla sahnelen­miştir. Bu
ilginin nedeni de, Platonov’un, Çehov’un
daha sonraki oyunlarda işleyeceği konulan, çizeceği belirli tipleri ve
kullanacağı simgeleri tohum halinde içermesidir. Ivanov’da ise belirgin bir yapı, ayrıntıları üstünde daha çok durulmuş
oyun kişileriyle, yazarı­nın olumlu bir doğrultuda geliştiğini kanıtlar. Ancak
bu oyunda da melodram öğeleri ağır basar. Çehov oyun yazarlığının bu ilk
döneminde bazılarını kendi öykülerinden uyarladığı ve zaman zaman Fransız
farslarının ve vodvillerinin etkisiyle kaleme aldığı tek perdelik oyunlarında
bir yandan diyalog yazma ustalığını geliştirmiş, bir yandan da sıradan
insanlara duyduğu yakınlığı sevecenlikle sergilemiştir. Ayı (1888), Teklif (1890), Evlenme (1889), Jübile (1891) onun
bu dönemde yazdığı başarılı sahne çalışmaları­dır. 1889’da yazdığı Orman Cini ise Tolstoy’un doğa sevgisini yansıtan lirik bir oyun
denemesidir. Çehov bu oyunda işlediği konuyu 1899’da yeniden ele almış, hemen
hemen aynı malzemeyi kullanarak çok daha başarılı bir oyun olan Vanya Dayı yı yazmıştır.

Çehov’un oyun yazarlığında ustalık dönemi Martı’yla başlar. Bu oyunda Çehov bir tek oyun kahramanının trajik
yazgısı yerine, bir taşra çiftliğin­de tam bir aylaklık içinde günlerini
geçiren aydın bir çevrenin boş ve anlamsız yaşantılarını sergiler. Vanya Dayı’da da aynı çevreyle karşılaşırız. Güzel düşler kuran, soylu amaçlara
bağlanan birtakım insanlar kendilerini kaptırdıkları bir ruh tembelliği içinde
gençliklerini tüketmişler, uğradıkları düş kırıklığı içinde kendilerine acımaya
başlamışlardır.

Üç Kızkardeş te de bütün mutluluklarını bir düşün gerçekleşmesine, yeniden
Moskova’ya dönme düşüne bağlamış mutsuz insanlara rastlanır. Vişne Bahçesi’nde ise yıllarını tam bir mirasyedi tutumuyla boşuna harcamış bir
ailenin, mutluluğu ancak geçmiş­te ve anılarda bulduğu görülür. Gelecek, onu
daha akıllıca kullanmasını bilen bir sınıfın ya da bir kuşağın olacaktır. Bu
oyunlarda, ilk oyunlarındakinden daha değişik bir malzeme kullanmamakla
birlikte, bu malze­meyi yepyeni bir teknikle ele alması, Çehov’un sanatına
devrimci bir nitelik kazandırmıştır.

Çehov son dört büyük oyununda kullandığı bu dramatik yöntemi “iç
eylem” tekniğiyle sağlamıştır.

Bu anlayışa göre oyunun akışı içinde çarpıcı dramatik eylem
yerine, hiçbir şev yapmadan yaşıyormuş gibi davranan birtakım insanların bir
araya gelmeleri, kopuk kopuk ve belli bir amaç gütmeden konuşmaları Çehov’un
yansıtmak istediği gerçekliği yoğun bir biçimde verir. Olayları doğrudan
doğruya sahnede göstermek yerine, sahne dışında geçen olaylara sahne­deki
kişilerin tepkilerini göstermek, izleyicinin oyun kişilerinin gerçek
kimliklerini görmesini sağlar. Oyun kişilerinin birbirleriyle konuşurken bile,
sanki kendi kendilerine konuşuyor olmaları ve böylece içlerinden geçenleri dışa
vurmaları da bu “iç eylem” tekniğinin bir özelliğidir. Çehov, kişilerinin kendi
kendilerini nasıl aldattıklarını açığa vurmak için, oyunlarının hemen hemen
hepsinde belirli bir karakteri kullanır.

Bu oyun kişisi genellikle gerçekliği temsil eden biridir. Onun
gerçekliği gösteren davranışları, öbür kişilerin kendilerini ne ölçüde
aldattıklarını ortaya çıkarmış olur. Gerçekliği temsil eden bu oyun kişile­rinin
olaylara yorum getiren sözleri, onların bir çeşit koro işlevini yüklendiklerini
gösterir.

Çehov’un son oyunlarında zamanın durağanlığı da bu oyunların
yanlış yorumlanmasına yol açmıştır. Zamanın akışı ya da boşuna geçip gitmesi,
mevsimle­rin geçişi, çocukların doğması, bir askeri birliğin başka bir kente
gidişi gibi dış eylemlerle verilir. Çehov’un oyunlarında dramatik olayların yok
gibi görünüşü, gerçekte, sıradan olayların çokluğundan ve bu olayların büyük
bir incelikle düzenlenişinden kaynaklanır. Ayrıntılar üstünde titizlikle
durulması ve oyunun anlamının bu küçük olayların ve doğal davranışların
yarattığı havayla aktarılmaya çalışılması, Çehov’un trajik durumlardan çok
‘ironik’ bir yaklaşı­mı yeğlediğini gösterir. Onun Martı ile Vişne Bahçesi’ni “Komedi”, Üç
Kızkardeş’i sadece “Oyun”, Vanya Dayı’yı ise “Kırsal Yaşamdan Sahneler” diye tanımla­masının nedeni de
budur. Stanislavki’nin bu oyunlar­daki acıklı durumları abartarak yorumlaması
Çehov’la arasında önemli tartışmalara yol açmıştır. Çehov’ un güldürü duygusu,
ele aldığı insanlar arasındaki ilişkileri gerçekliğin olanca karmaşıklığı ve
çelişkile­riyle yansıtmasını sağlar. Onun önemsiz gibi görünen ayrıntılara
yüklediği dramatik işlev, önemli toplumsal değişmeleri yansıtan bu oyunlarda
bireylerin toplum içindeki yerlerini ve değerlerini de göz ardı etmediğini
gösteren başarılı bir yazarlık özelliğidir.

Anton
Pavloviç Çehov Eserleri:

  1. Pyostrye rasskazi, 1881-1888,
    (“Çeşitli Öyküler”);
  2. Svadba, 1884,(Bir Evlenme);
  3. Lebedinaya pesnya, 1886, (“Kuğu Şarkısı”);
  4. O vrede tabaka, 1886, (Tütünün Zararları);
  5. Jübiley, 1887,(Jübile);
  6. İvanov, 1887;
  7. Predlozenia, 1888, (Teklif);
  8. Step, 1888, (Bozkır);
  9. Medved, 1888, (Ayı);
  10. Çayka, 1896, (Martı);
  11. Dyadya Vanya, 1899, (Vanya Dayı);
  12. Tri Sestn, 1900, (Üç Kızkardeş);
  13. Vişnyovi sad, 1904, (Vişne Bahçesi).

Kaynak: Türk ve Dünya Ünlüleri
Ansiklopedisi, Cilt 29, Anadolu yayıncılık, 1984.

Yorumlar kapalı.