Alecsandri, Vasile kimdir? Hayatı ve eserleri: On dokuzuncu asrın büyük Rumen şairlerinden; 1819 yılında Moldavyada Bacau şehrinde doğmuştur. 1834 den itibaren beş yıl Paris te tahsilde bulunduğu sırada Fransız romantiklerinin renk dolu, hayâl dolu, ümid dolu edebiyatı ile beslenmiştir. Memleketine şair olarak dönmüştür. Hayran olduğu şarkın incisi İstanbula beş defa gelmiş, uzunca müddetler kalmış, güzelliklerini tatmış, şiirlerinde tasvir etmiş, hatta aşkını İstanbula gömmüştür.
Alecsandri (Aleksandri) İstanbul’u
ziyarete ilk defa Ağustos 1845 de gelir Tuna üzerinde Galati’den bindiği
vapurda Fransız ressamı Doussault ile tanışır, birlikte Büyükşehre inerler.
Şair burada üç ay kadar kalır, kendi ifadesine göre «81 gün». İstanbul onu
fethetmiştir: 14 Ağustos akşamı saat 7 de Boğaza giren vapurundan seyrettiği
güzellikleri seyahat defterine şöyle kaydeder:
‘Tarabya, Arnavutköy. Yeniköy semtleri
tamamen şarklı olan uslubundaki yenilikle, rengârenk boyanmış evleri ve koyu
yeşil çamların süslediği büyüleyici bahçeleri ve insanı hayran ediyor. İnsan
görmeye, duymaya doyamıyor… Ya Boğaziçinin manzarası… İki veya daha fazla
direkli gemilere benzeyen camileri… denizde dolaşan binlerce sandal ve kayık…
Avrupalıların bilmedikleri o teshir edici şark havası… Bu manzara hakikaten
hayalimde canlandırdıklarımı kat kat aştı. İstanbul gerçeğin hayal üzerine elde
ettiği en muazzam ve en parlak zaferidir.’
İstanbula bu hislerle giren
Alecsandriye önceden tavsiye edilen Dr. Edvard Dikson refakat eder. Sarayları,
camileri. Kiliseleri, pazarları onunla gezer. İstanbula mahsus renk âlemini,
gecelerinin füsunlu havasını, denizin sihrini içine o zaman sindirir.
Bu ikameti sırasında Alecsandri
bir müddet Büyükadada kalır (20 Ağustos – 10 Eylül). Yanında dostu ressam
Lucain de bulunmaktadır. Giacomo’nun – (Boğdandan gelip yerleşmiş bir İtalyan)
– otelinde tuttukları odadan İstanbula, Asya kıyılarına ve diğer adalara «şâhâne
bir görüş» vardır. Şair Marmaranın oynak sularını seyretmeğe doyamaz ve zarif
şiirler kaleme alırken arkadaşı Lucain de resim çizmektedir. Bir ara Aya Yorgi’ve
eşeklerle çıktıklarını anlatan şair, Büyükadadaki ikametine son vermek mecburiyetinde
kalır; hastalanmıştır ve öylesine ki bilâhare bu hususta az kalsın ölecektim
diye yazar. Büyükadadan İstanbula indiği günler bayram şenliklerine rastlar.
Şair Üsküdara geçer ve eğlenen İstanbul halkını seyreder.
Bütün bu mâcerâ şairin bilâhare
yazdığı birçok şiirlerinde görülmekte ise de Büyükşehrin havasını, kokusunu,
ahenk ve füsununu daha sonraki yazılarında verecektir. 1846 yılında sevgilisi
Elena Negri hekimlerin tavsiyesi ile sıcak iklimlere, İtalya’ya tedaviye
gider. Bu ayrılık Alecsandri’ye çok dokunur; dayanamaz, memuriyetinden istifa
eder ve Haziran 1846 da deniz yolu ile ikinci yolculuğuna çıkar. İtalya’ya
Elena Negrinin yanına gitmektedir. İstanbula inince burada bir müddet kalmaya
karar verir, üç ay kalır. Temmuzda kendisine Bursada raslamaktayız. Sevgilisi
için yazdığı: «Sevimli Meleğim» adlı şiirinin altında Bursa kayıtlıdır.
Ağustos ayında İstanbula döner ve burada sevgilisine ikinci bir şiir, «Saadet
Şarkısı» nı yazar. Zarif, içli bir parça olan «Boğazın Balıkçısı» adlı güzel
şiirini de tahmin edildiğine göre o zaman yazmıştır.
Alecsandri Eylül ayı içinde İstanbul’dan
Venediğe hareket eder. Burada sevgilisini bulur. Sonbaharın harikulâde
günlerini beraber geçirdikten sonra kış yaklaşınca Sicilya adasına geçerler,
Palermoya yerleşirler. Fakat Elena Negri beklenilen şifâyı burada da bulmaz.
Nisan ayında ailelerinin yanına dönmeye karar verirler.
Deniz yolu ile yapılan yolculuk
sonuna yaklaştığı sırada, İstanbul açıklarında, Büyükada önünde Elena Negri
amansız hastalığı yenemeyerek hayata gözlerini kapar. Alecsandri aşkını
İstanbula gömer. Sevgilisini Beyoğlu Rum Kilisesinin avlusuna soğuk mermerin
altına terk eder. Kalan iz, bir taş üstündeki şu yazılardır;
Elena Negri
Moldavia
4 Mala 1847
Kabristan Caddesinde olduğu
kaydedilen bu kilisedeki hazin cenaze merasiminde, acele olarak çağrılan Elena Neğrinin kardeşi Costache Negri, kızkardeşi Zulnia
ve hizmetçileri de bulunur. Bu acı hadiseden sonra Alecsandri derhal memleketine
döner.
Alecsandri coşkun mizaçlı bir tiptir. Fransanın hürriyet,
müsavat fikirleriyle beslenmiş, bu mefhumların âşıkı ve fedâisidir.
1848 İhtilâli Fransada patlak verir vermez
(22-24
Şubat), hızla
Avrupayı baştan başa sarmış, Eflak ve Bağdad (Romen Eyaletleri) gelip
dayanmıştı. Osmanlı himâyesinde olan bu eyâletlerin aydınlan ihtilâli bir fırsat
bilerek milli emellerin tahakkukunu düşünmüşler ve işgal kuvveti olarak
bulunan Ruslara karşı
ayaklanmışlardır. Avrupa temâlarını çınlatan hürriyet nidâlarına burada milli
ve içtimai acüarın sesi de katılmıştı.
Alecsandri bu sırada soğuk
algınlığından yatmaktadır. Pariste olup bitenlerden kendisini haberdar eden
dostu Balcescu mektubunda: «Büyük Fransa ayaklandı, insanlığın hürriyeti
kurtarıldı» demekte ve Alecsandri ve arkadaşlarım harekete dâvet etmek tedir.
Paraya doymayan, halkı sömüren,
milleti hürriyetsizlik içinde inleten memleketi soyup soğana çeviren Prense
karşı Romen aydınları da baş kaldırmışlardı. Toplantılar tertiplenir,
caddelerde Alecsandrinin o an için yazdığı «Uyan» marşı çalınmaktadır.
Toplantılara bir müddet göz yummuş
olan
hükümet
yasaklarını koymakta gecikmez, münevverlerden ele başıları olarak tanınan on Üç gönç yakalanır, zincire vurulup
hapse atılır. Bir müddet sonra da içlerinden on biri İstanbula gönderilmek
üzere Galati’de Osmanlı makamlarına teslim edilir. Ruslar ise bu hâdiseleri
istismar ederek memleketi istilâya koyulunca Hürriyet savaşçıları firar etmeye
başlarlar. Alecsandri de Translivanyaya geçer ve 1846 Kasımında Par ise ulaşır.
Burada ilk yaptığı şey İstanbul’da bulunan ton Chica ile teması temin etmek
olur, lon Ghica daha 17 Mayıs 1848 de İhtilâl Komitesi tarafından İstanbula
temsilci olarak gönderilmişti, (t. Chica Türkiyede 10 yıl daha kalmış ve
1854-1859 yıllarında Sisam Adası beyi olmuştur B.: Ghica, lon).
Pariste Alecsandri Fransa
Müessisler Meclisinin çok üeri gelenleri ile görüşmeler yapmakta diğer mülteci
ırkdaşları ile Kurtuluş Komitelerim genişletmektedir. Bu sırada Rusların
Eflak-Buğdana asayişi temin bahanesiyle asker sokmuş olmaları keyfiyeti
üzerine Istanbulda görüşmeler yapılmaktadır. Alecsandri Pariste tâkib etmekte
olduğu kurtuluş propagandasını daha iyi yürütebilmek gâyesiyle bu görüşmeleri günü gününe
öğrenmek için ton Ghica ile devamlı olarak mektuplaşmaktadır. O devirde Marsilya
– İstanbul arasında ayda Uç defa muntazam vapur seferleri sayesinde bu
haberleşme mümkün olmaktadır. Pariste yayınlanan mülteci romen neşriyatından ‘Albüm
Moldo-Valaque’ ise Osmanlı erkânı ileri gelenlerine, paşalara ve sefirlere
dağıtılmak üzere gönderilmektedir.
(İstanbulda ki Rus Sefiri, Romen
mültecilerinden çoğunu Bursaya sürdürdü).
Alecsandri mektuplarında lon
Ghlca’nın İstanbul’dan ayrılmamasını istemektedir. Nisan 1849 da Parise yeni
mültecilerin gelmesi ve Komite faaliyetlerinin yeni gelenlere devredilmesi imkânının bulunması
Üzerine Alecsandri
5 Nisan 1849 da vapurla İstanbula gelir. Burada lon Ghica’dan başka babası, Costache Negri ve daha birçok mülteci
bulunmaktadır.
Bu ikameti sırasında Alecsandri, İhtilâlin ilk günlerinde İstanbula getirilenlerden Gigore Romalo’nun ölümüne şahit olur. Hapse atıldığı zaman Prensin muhafızları tarafından başı dipçikle yarılmış, kaburga kemikleri ezilmiş olan bu genç idealist tedavi edilmediği için verem olmuş ve 29 yaşında iken Beyoğlu Fransız Hasta hanesinde 31 Mayıs 1849 da hayata gözlerini kapamıştı. Bu hazin olan «Gr. Romalo’nun mezarında» adını taşıyan ve İstanbulda yazılmış olan şiirin konusunu teşkil eder.
Alecsandri İstanbul’da Temmuz ayının sonlarına kadar kalır ve gene deniz yeliyle Parise döner.
Paristeki mülteciler ile İstanbul’dakiler
arasındaki
devamlı mektuplaşma neticesinde Türklerin himâyesinde olarak Romen eyaletlerinin
birleştirilmesini teinin için tek komite halinde çalışılmaya karar verilir. Alecsandri telkin ettiği büyük itimada lâyık
olarak gerek
İstanbul gerekse Paristeki mültedler tarafından 5 kişilik komiteye âza seçilir.
Ağustos 1849 da Macar İhtilâlinin bastırılması bütün mülteciler gibi Alecsandrl’yi de ümitsizliğe düşürür. Her türlü faaliyetten vazgeçen şair parasız kalır, babasının da ısrarları üzerine istemeye istemeye memleketine döner.
Ruslar romen eyaletlerinden çekilmiş
Osmanlı Hükümetinin tasvib ettiği Prensler iş başına geçmiştir. Fakat ihtilâl
ruhu sönmemiştir. Aydın gençler İse işlerden uzak tutulmaktadır. Alecsandri teselliyi
edebiyatta bulur İstanbul’da kalmış olan dostu ton Ghica‘ya mektup yazmakta
devam eder, hattâ çıkaracağı dergi için ondan yazı da ister Alecsandri için İstanbulun hatıran
iki bakımdan önemlidir: İlk aşkını sinesinde saklayan mukaddes bir toprak;
hürriyet aşkına da sahne olmuş bir siyaset merkezi.
1851 de Pariste kalan
mültecilerden Balcescu memlekete döneceğini ve İstanbul’a da uğrayacağını kendisine
bildirdiği zaman Alecsandri ona Elena Negrinin mezarına gitmesini ve bir demet
çiçek koymasını istemekle (ki Balcesu bunu yapmıştır). İstanbula olan
bağlılığını bir kere daha ispat eder.
Kırım harbi yıllarında Alecsandri
tekrar İstanbula gelir. Pariste açılan Dünya Sergisinden dönüşünde İzmire
uğrar. Buradan İstanbula giden bir vapura biner, yolda dostu lon Ghica’ya raslar.
Ghica, Sisam beyidir, iki jandarma nezaretinde meşhur rum eşkiyası Hiotoğlunu
İstanbula götürmektedir. İstanbul’da iki dost, C. Negri ve Ralte’ye
rastlarlar. Negri ve Ralte lstanbulda müşahit sıfatiyle bulunmaktadırlar. Hep
beraber Maslakta Ghica’nın kurduğu pansiyon-çiftlikde bir müddet kalırlar.
Alecsandri İstanbul’a 25 Ekimde ulaştığı için Eylül ayında İstanbul’dan geçmiş
olan Fransız hariciyecisi dostu Grenier’ye rastlayamadığı için üzülür. Fakat
başka bir eski dostuna, «Presse d’Orient» gazetesinin İstanbul muhabiri Baligot
de Beyne rastlar, birlikte Kırana giderler.
Alecsandri Kırım harbi dolayısiyle
Rus topraklarım görmekten büyük bir haz duyar: Asırlarca ruhunda ve bedeninde
Rus baskısını hissettikten sonra yere serilmiş bir Rus- yanın toprağında
yürümek şâir için inşirah verici olmuştur. Bunu yazılarında ifâde eder. Sekiz
gün süren bu yolculuktan İstanbula dönen Alecsandri Aralık sonunda Büyük şehirden
ayrılır.
Kırım harbinin neticeleri ufukta
belirmeye başlayınca Türkiyeye güvenen mülteciler İstanbul’da kalmakta olan
C. Negri vasıtasiyle Bâbıâliden 20-24 Eylül 1859 tarihinde Eflak ve Boğdan
için bir tek Prensi tasvib eden fermam alırlar. Netekim 1859 Ekiminde C. Negri
her iki eyâletin temsilcisi olarak tanınır. Nihayet 1860 Eylülünde Romen
Prensi Cuza lstanbulda Türk makam]an tarafından içten ve nazik şekilde
karşılanır; Alecsandri de hariciye nazındır. Alecsandrinin şiirlerinde İstanbul
tuttuğu yer mühimdir İstanbul’a yazdığı sekiz şiirden beşi Büyükşehri terennüm
eder. Bunlardan en başarılı saydığımız «Boğaziçi» (Bosforul) bir pasteldir;
geniş bir tasvir ve sâkin bir ritm ile Boğazın bütün güzelliğini anlatır. Bu
şiirde Victor Hugo’nun «Cinler» ini hatırlatan bir taraf varsa da Alecsandrinin
kullandığı un surların çoğu orijinal ve yaşanmış hakiki hallerdir.
«Boğaziçinin Balıkçısı» şiirinde,
balıkçıların hayatını tasvir ederken bir aşktan bahseder: Balıkçı Abdullah,
Üsködarda deniz kıyısında bir çimenliğe uzanır. Varı yoğu bir kayığından
ibâret, fakat bir güzel kıza vurgundur ve Topal’ın o güzel kızının kalbini de
yakalayabilmiştir:
Dalgalar
Gezdirin beni âlemde Adsız bir
yaprağı Yüzdürdüğünüz gibi…
Şâir «Allaha Ismarladık» şiirinde
de Boğaziçine şöyle vedâ ediyor:
Aşk perisi, bırakıyorum seni-
Hayatımın saadeti Ve gönlümün taşkın hasreti ile…
«Seyahatlerim ve Diplomatik
Vazifelerim» adlı kitabındaki seyahat yazılarında sık sık İstanbul’u hatırladığı
görülür, meselâ İspanyada dolaşmakta olduğu bir sırada yolculuk arkadaşı bir İngiliz’e
Türklerin inanılmaz misafirseverliğini anlatması üzerine İngilizin ertesi yıl
muhakkak Türkiyeye gideceğine dair yemin ettiğini yazar. Diğer taraftan Prens
Cuza’yı temsilen Londraya vazife ile gönderildiği zaman devrin İngiltere
Hariciye Nazırı Lord Malmaresbury ile olan konuşması esnasında Romen
milletinin Türkiye
ile kader birliğine olan inancını anlatması istinad ettiği tarihi
hakikatler ve zaruretler
bakımından cidden mühimdir.
Alecsandri İstanbulun Rumen
edebliyatında seçkin bir yazar olarak 1890 da ölmüştür.
Kaynak: İstanbul Ansiklopedisi, Reşat Ekrem Koçu, Nurgök Matbaası,
İstanbul, 1959

Yorumlar kapalı.