Künyesi Ebü’l-Hasen olan bu zâtın bir ismi de (Abdu’r-Rahmân) veya (Nahiye) dir. Horasan’ın merkezi olan (Merv) şehrine mensubdur. (132) târihinde doğmuş, Bağdad’da neşv ü nema bulmuş, orada birçok zevattan ilim tahsil etmiş, sonra seyâhata çıkarak Kûfe’ye, Basra’ya, Hicaz’a, Mısır’a, Şam’a gitmiş; birer ilm ü irfan merkezi olan bu yerlerdeki âlimler ile, muhaddisler ile görüşmüş, kendilerinden birçok ahâdîs-i şerife telâkki etmiş, nihayet Askalân’a gidib orada tavattun eylemiştir.. Bu cihetle kendisine (Âdem-i Askalânî) de denir. (221) senesi Askalân’da vefat etmiştir.
Meşâyihi:
Âdem-i Askalânî, birçok eâzımdan hadis ahz ü rivayet etmiştir. Ezcümle en büyük muhaddislerden olan Şu’beden, İbn-i Yûnus’dan, İbn-i Ebî Zi’b’den ve bunların .tabakasındaki daha birçok ekâbirden hadis rivayet eder. Kendisinden de, İslâm âleminin en meşhur âlimlerinden, muhaddislerinden bulunan Ebû Zür’a, Ebû Hatim, İmâm-ı Buhârî, Neseî, Ebû Dâvud, İbn-i Mâce, Taberânî, Dârimî gibi zevat hadis rivayet ederler. Hadis kitablarındaki râvîler arasında kendisinden başka (Âdem b. Ebî îyâs) nâmında bir zât mevcut değildir.
Tefsir İlmindeki Mevkii:
Âdem-i Askalânî, tefsir âlimlerinin kudemâsındandır. Bu muhterem müfessir, bâzı âyetlerin ma’nâsını, eshâb-ı nüzulünü, mensûh olub olmadığını iki üç vâsıta ile Ashâb-ı Güzin’den veya Tâbiîn’den rivayet eder.
Üç nümûne :
1- Ümmü’l-Kur’ân ta’bîrinin Fatiha sûre-i celîlesinden ibaret olduğunu iki vâsıta ile Ebû Hüreyre radiya’llahu anhden şöyle rivayet etmiştir :
Ümmü’l-Kur’ân, Seb’ul-Mesâni denilen Fatiha sûresi’dir. Kur’ân-ı Azîm de -bu ümmete ihsan buyurulan- Kitab-ı İlâhî’nin hey’et-i mecmuasıdır.”
2- Ayet-i kerîmesi’nin mensûh olmadığını iki vâsıta ile Saîd b. Cübeyr’den şöyle nakletmiştir :
Saîd b. Cübeyr diyor ki : Küfe fukahâsı bu âyet-i celîlede ihtilâf etmişlerdi. Ben gidip bunu İbn-i Abbâs’dan sordum; dedi ki : Bu, kati hakkında en son nazil olan bir âyettir. Bunu birşey nesh etmiş değildir. Bu âyet-i Kerîme’nin meali şudur : “Bir mü’mini bi-gayri hakkın kasden öldüren kimsenin müstehak olduğu ceza, ebedî bir halde Cehennem azabıdır. Binâenaleyh bu cinayeti halâl addetmiş ise, bir daha o azabdan kurtulamaz. Fakat halâl addetmemîş, başka bir manî de bulunmamış olursa, bir müddet ceza gördükten sonra hakkında afv-i İlâhî tecellî eder,”
3- Ayetlerinin sebeb-i nüzulünü iki vâsıta ile (Zeyd b. Erkam) dan şöyle rivayet etmiştir :
Hazret-i Zeyd diyor ki : Ben münafıklardan Abdu’llâh b. Übeyy’in şöyle dediğini işitmiştim : “Resûlu’llah’ın yanında bulunanlara nafaka vermeyiniz; tâki dağılsınlar. Vallahi eğer bir kerre Medine’ye dönersek elbette azîz olanlar oradan zelîl olanları çıkaracaktır.”
Bu sözleri amcama duyurdum, o da Resûl-i Ekrem’e arz etmiş. Bunun üzerine (İbn-i Übeyy) Huzûr-ı Nebevî’ye giderek böyle birşey söylemediğine hem kendisi, hem de arkadaşları yemin etmekle Nebiyy-i zî-Şân onu tasdik, beni tekzîb etti. Artık büyük bir hüzün içinde evde kapanmış kalmış idim ki, Hak Teâlâ Hazretleri bu âyetleri inzal buyurmuş, Resûl-i Ekrem salla’llahu aleyhi ve sellem beni huzuruna celb ederek bunları bana okudu ve “Allahu Teâlâ seni tasdik buyurdu.” diye tebşirde bulundu.
Bu hâdise, Benî-Mustalık Veya Tebûk gazvesi esnasında vuku’ bulmuştur.
Muhaddisler Arasındaki Mevkii:
Âdem-i Askalânî’nin hadis ulemâsı arasında da büyük bir mevkii vardır. Tâbiîn’in etbâından bulunmaktadır.. Âbid, zâhid, mevsuk bir zât olduğuna şehâdet edilmektedir.
Ebû Hatim diyor ki : “Âdem b. Ebî İyâs, sikadır, emindir, mu’teberdir; Cenâb-ı Allah’ın hayırlı kullarından biridir.”
Ahmed b. Hanbel de demiştir ki : “Şu’be’nin huzurunda altı zât dâima hadis zabtiyle meşgul olurdu ki, bunlardan biri de Âdem b. Ebî İyâs’dır.”
Âdem-i Askalânî işittiği hadisleri yazmak suretiyle cem’ ve tesbîte i’tinâ ettiği için kendisine (Verrâk) denilmektedir. İmâm-ı Buhârî, hadîs-i şerifini bu zâttan rivayet etmiştir. Yânî : “Müslümanlar odur ki, dilinden, elinden Müslümanlar selâmette bulunmuş olurlar. Muhacir de Allahu Teâlâ’nın men’ ettiği şeyleri terk eden kimsedir.”
Bir Muhaveresi:
Muhammed b. Attâb diyor ki : Ben Âdem-i Askalânî’yi ziyarete gitmiştim, aramızda şöyle bir muhavere cereyan etti :
M — Abdu’llah b. Salih sana selâm gönderdi.
A — Sen benden ona selâm götürme,
M — Niçin?
A — Çünkü o, Kur’ân-ı Kerîm’in mahlûkiyyetine kaail olmuş.
M — O bu hususta ma’zûr idi. Bu sözünden nedametini izhâr etmiş, rücûunu halka bildirmiştir.
A — Öyle ise kendisine selâmımı götürebilirsin.
M — Ben Bağdad’a gitmek istiyorum, bir hacetin var mı?
A — Evet… Bağdad’a gittiğinde Ahmed b. Hanbel’i ziyarete gider, kendisine selâmımı tebliğ eder ve dersin ki : “Allahu Teâlâ’dan dâima iftîka üzere ol, içinde bulunduğun hal ile Cenâb-ı Hakk’a tekarrüb et. Hiç bir kimse senin metanetini ihlâl etmesin.” Leys b. Sa’d’in : “Sizi Allah’a isyana sevk eden kimseye itaat etmeyiniz.” hadîs-i şerifini bana rivayet etmiş olduğunu da kendisine haber ver.
Vaktaki ben Bağdad’a gittim, hapishanede bulunan Ahmed b. Hanbel’i ziyarete koştum. Kendisine Âdem-i Askalânî’nin selâmını ve şu sözleriyle hadîs-i şerifi tebliğ ettim. İmâm-ı Ahmed bir müddet gözlerini yere tevcih edib durdu. Sonra başını kaldırarak dedi ki : “Allahu Teâlâ ona hayatında da, memâtinda da rahmet etsin., ne güzel nasihatte bulunmuş!”
Âdem-i Askalânî’nin bir Tefsîri vardır.
Me’hazlar: Sahîh-i Buhârî, Umdetü’l-Kaarî, Tezkiretü’l-Huffâz, Tehzîbü’t-Tehzîb, Takrîbü’t-Tehzîb, Tabakaatü’l-Hanâbile, Mevzûâtü’l-Ulûm, Keşfü’z-Zümûn.[130]
KAYNAK: Ömer Nasuhi Bilmen, Büyük Tefsir Tarihi (Tabakatü’l-Müfessirin), Bilmen Yayınevi
Yorumlar kapalı.