Ahmed Arif kimdir? Hayatı ve eserleri hakkında bilgi: (1927) Türk şair. Halk kaynaklarına dayanan söyleyişiyle şiirini büyük okur kitlelerine ulaştırdı. Diyarbakır’da doğdu. Doğu’nun aşiret töreleri içinde büyütüldü. Ortaöğrenimini Diyarbakır Lisesi’nde tamamladı. Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Felsefe Bölümü’ne girdi. 1950 yılında TCK’nın 141. maddesine aykırı davranıştan tutuklandığı için öğrenimi yarım kaldı. Serbest bırakılınca bir süre plan ve kopya teknisyeni olarak çalıştı. 1952 yılında yine tutuklandı ve bu kez gizli örgüt kurduğu savıyla yargılandı. İki yıllık mahkûmiyetinin bitiminden sonra Ankara’ya yerleşti. Çeşitli gazete ve dergilerde, teknik işlerde çalıştı. 1968’de yayımlanan tek şiir kitabı Hasretinden Tarangalar Eskittim, 1980’de on sekizinci basımına ulaştı.
Ahmed Arif şiire lise sıralarında Ahmed Haşim, Tanpınar, Tarancı gibi şairlerin etkisinde birtakım denemelerle başladı. Bir süre sonra acemiliğin izlerini taşıyan bu şiirlerin şiir olmadığına, gerçek şiirin bu kadar kolay yazılmaması gerektiğine karar verdi. 1944-1948 arasında İnkılâpçı Gençlik ve Meydan dergilerinde yayımlamaya başladığı şiirleriyle adını duyurdu. 1950’lerde Yeryüzü, Beraber, Seçilmiş Hikâyeler, Yeni Ufuklar, Kaynak dergilerinde seyrek de olsa şiirleri göründü. Daha sonraları dönemin politik baskıları yüzünden, 1940’larda şiire başlayan toplumcu kuşağın çoğu şairleri gibi, şiirlerini dilediğince yayımlayamadı. 196C’larm görece özgür ortamı, Ahmed Arifin yeniden günışığına çıkmasına olanak sağladı. Çeşitli dergilerde daha önce basılmış kimi şiirleri 1967’de Soyut dergisinde topluca yayımlandı. 1968’de çıkan tek kitabı Hasretinden Prangalar Eskittim geniş bir ilgi gördü üst üste yeni baskılar yaptı. 1970’lerin politik hareketliliği içinde şiirleri bestelendi, büyük yaygınlık kazandı.
Ahmed Arif ilk şiirlerini ortaya çıkardığı sıralarda Orhan Veli ve arkadaşlarının şiir anlayışı ön plandaydı; yazmaya yeni başlayan gençlerin çoğu bilinçli, bilinçsiz onu izliyorlardı. Öte yandan, başka bir bölük şair de Nâzım Hikmet’in çizgisinde bir şiir geliştiriyordu. Ahmed Arif, bu ikinci bölük içinde yer âlmakla birlikte, özgün bir söyleyiş geliştirdi. Hem konu, hem deyiş özellikleri açısından halk türkülerine, ağıtlara, masallara yaslandı. Sert ve acımasız bir doğanın zengin görünümlerini, direnme, mapusluk, insan sevgisi, umut gibi konularla bağdaştırdı. Yetiştiği ortamın izlenimlerini, gözlemlerinin birikimini insancıl, toplumcu bir dünya görüşü doğrultusunda yeniden şekillendirdi. Şiirlerinin özüne uygun bir yapı ve dize düzeni buldu. Birbirini izleyen kısa, vurucu dizeler, yinelemeler, bölümlemelerle şiirine hem özü yansıtan bir ritm kazandırdı, hem imgelerini güçlendirdi.
Ahmed Arif, uzun yıllar sessizliğe, baskıya, anılmamaya sabırla katlanan köklü bir şiiri, gücünden bir şey yitirmeden sürdürmesiyle önemlidir. Çeşitli şiir akımlarının birbirini izlediği geniş bir zaman dilimi içinde, modalaşan etkilere kapalı, kendi yolunda şiirler yazdı. Şiirinin okur önüne çıkma olanağı bulmasından sonra kazandığı yaygınlık önemini ayrıca kanıtladı.
YAPITLAR:
Hasretinden Prangalar Eskittim, 1968.
Kaynak: Türk ve Dünya Ünlüleri Ansiklopedisi, 2. cilt, Anadolu yayıncılık, 1983
Ahmed Arif kimdir? Hayatı ve eserleri hakkında bilgi: Diyarbakır’da doğan (1927-1991) Ahmed Arif, Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Felsefe Bölümü’nde okudu. Siyasî görüşlerinden ötürü 1950 ve 1952’de olmak üzere iki defa tutuklandı. Şiirlerinin bel kemiğini tutuklu ve mahpus olarak geçirdiği bu zor hayatlar, o hayat içindeki hayal ve düşünceler teşkil etmektedir.
“Akşam erken iner mahpushaneye.
İner yedi kol demiri,
Yedi kapıya.
Birden ağlamaklı olur bahçe.
Karşıda duvar dibinde,
Üç dal gece safası,
Bir kök hercai menekşe
Aynı korkunç sevdadadır Gökte bulut dalda kaysı Başlar koymağa hapislik.
Karanlık can sıkıntısı…
“Kürdün Gelini”ni söyler maltada biri.
Bense volta’dayım ranza dibinde Ve hep olmayacak şeyler kurarım,
Gülünç, acemi, çocuksu…
Vurulsam kaybolsam derim,
Çırılçıplak, bir kavgada,
Erkekçe olsun isterim.
Dostluk da düşmanlık da.
Hiçbiri olmaz halbuki,
Geçer süngüler namluya.
Başlar gece devriyesi jandarmaların “
(Akşam Erken İner Mahpushaneye)
Ankara’da bazı gazetelerin teknik işlerinde ve başka yerlerde çalışan Ahmed Arif belki çok şiir yazmış ama ömrü boyunca “Hasretinden Prangalar Eskittim” adıyla bir tek şiir kitabı çıkarmıştır. 1968’de çıkan bu kitap 1989’da 23. basımına ulaşmıştır. Şiirlerini dergilerde yayımlamayıp sakladığını, kimisini yirmi yıl beklettiği ve “demlendirdiği” şiirleri olduğunu sık sık söylemektedir. Ayrıca Cemal Süreya Mektuplar (1992) adlı kitabı vardır.
Ahmed Arif üzerine, Refik Durbaş’ın “Ahmed Arif Anlatıyor” (1990) adlı bir kitabı var. Zeynep Oral’ın “Sözden Söze” (1990)’sinde (s. 86-97) bir bölüm de onu anlatıyor. Ayrıca Cemal Süreyya’nın övücü yazıları (Papirüs, Ocak 1969) var.
Ahmed Arif, çocuk yaşında Marksizm’e şartlanmış, şiirlerini komünizme aşırı ve hatta fanatik bağlılık içinde yazmıştır. Hatta ömrü boyunca da o doktrinin dar çemberi içinden çıkmamıştır.
Ahmed Arifin “Toplumcu” denilen şairlerin çoğuna göre bir üstünlüğü onun apaçık samimiyetidir; bir Anadolu, özellikle Güneydoğu Anadolu çocuğu olarak inanılmaz mertliği, yurt sevgisi, töre ve insan tutkunluğudur. Onun ahlâkı, Van çevresi dağlarının, Harran ovalarının ahlâkıdır. Babasının şöyle bir öğüdünü hatırlıyor ve söylüyor:
“Sen sen ol, bir küncü tanesi (susam) haram girerse boğazına evin yıkılır, bilmiş ol.” Güneydoğu’ya, (Diyarbakır, Harran, Siverek) can veresiye tutkunluğunu gösteren şiirleri çoktur. Bunlarda Anadolu’nun bütünlüğünü bir köylünün komşusuna duyduğu sevgi diliyle söyler.
Gerçek bir kanunsuzluğu, bir “Tek Parti zulmünü” yanık acılarla anlatan “Otuz Üç Kurşun” şiiri, Anadolu halkına, sevgisizce, zalimce yapılan kötülüklerin bir güzel destanı olduğu kadar da, kardeşliği, demokrasiyi, millet birliğini ve doğu bölgemizin güzelliklerini dile getirmektedir. “Otuz Üç Kurşun” adlı destandan bazı bölümleri sunuyorum. Bu halkımıza ağlayan ve büyük haksızlığa isyan eden bir şairin gerçek başarısıdır. Toplumcular arasında az rastlanan bir samimilik anıtıdır. Bu şiiri, herhangi bir doktrin veya siyaset verimi değil de, halkımıza yüreği yanan şairin, gönülden kopan ağıdı olarak değerlendirebiliriz.
OTÛZ ÜÇ KURŞUN
I
Bu dağ Mengene dağıdır Tan yeri atanda Van ‘da Bu dağ Nemrut yavrusudur Tan yeri atanda Nemrud’a karşı Bir yanın çığ tutar, Kafkas ufkudur Bir yanın seccade Acem mülküdür Doruklarda buzulların salkımı Firari güvercinler su başlarında Ve Karaca sürüsü,
Keklik takımı
Yokuşun dibinden bir tavşan kalktı Sırtı alçaktır Kamı sütbeyaz
Garip, iki canlı bir dağ tavşanı Yüreği ağzında öyle zavallı Tövbeye getirir insanı Tenhaydı tenhaydı vakitler Kusursuz çırılçıplak bir şafaktı
Düştü nazlı filintası aklına Yastığı altında küsmüş,
Düştü Harran ovasından getirdiği tay Perçemi mavi boncuklu,
Alnında akıtma Üç topuğu ak,
Eşkini hovarda, kıvrak,
Doru, seglâvi kısrağı.
Nasıl uçmuşlardı Hozat önünde!
3
Vurulmuşum
Düşüm gecelerden kara
Bir hayra yoranım çıkmaz
Canım alırlar ecelsiz
Sığdıramam kitaplara
Şifre buyurmuş bir paşa
Vurulmuşum hiç sorgusuz, yargısız
Kirvem, hallarımı aynı böyle yaz Rivayet sanılır belki Gül memeler değil Domdom kurşunu Paramparça ağzımdaki
4
Kirveyiz, kardeşiz, kanla bağlıyız Karşıyaka köyleri, obalarıyla Kız alıp vermişiz yüzyıllar boyu Komşuyuz yaka yakaya Birbirine karışır tavuklarımız
Bilmezlikten değil,
Fıkaralıktan
Pasaporta ısınmamış içimiz
Budur katlimize sebep suçumuz,
Gayri eşkıyaya çıkar adımız
Kaçakçıya
Soyguncuya
Hayma…
5
Vurun ulan,
Vurun,
Ben kolay ölmem.
Ocakta küllenmiş közüm,
Karnımda sözüm var Halden bilene.
Babam gözlerini verdi Urfa önünde Üç de kardaşmı Üç nazlı selvi,
Ömrüne doymamış üç dağ parçası.
Burçlardan, tepelerden, minarelerden Kirve, hısım, dağların çocukları Fransız kuşatmasına karşı koyanda
(Hasretinden Prangalar Eskittim)
Bu şiir, Ahmed Arifin duygulan, sevgi coğrafyası ve şiir iklimi gibi sanat anlayışını da gösteriyor. Şiirlerinde Anadolu’nun çoğu türkülerinden nağmeler hatta mısralar vardır. Karacaoğlan, Dadaloğlu, Köroğlu, Pir Sultan Abdal, onun özendiği, ona bol bol kelimeler, mısralar veren ozanlardır.
“Hasretinden Prangalar Eskittim” diye kitabına verdiği ad, Ahmed Arifin şiirinde hiç dilinden düşürmediği iki temanın da sembolü olabilir. Bunların birisi sevda, öteki hapishanedir. Şiirlerinin çoğunda bunlar birbiriyle iç içe girer. Zindan ona sevgiliyi, sevgilisi ise sevilen ve sevişilen hayallerine ulaşamamak çaresizliğini hatırlatır:
“Terketmedi sevdan beni,
Aç kaldım, susuz kaldım,
Hayın karanlıktı gece,
Can garip, can suskun,
Can paramparça…
Ve ellerim kelepçede Tütünsüz, uykusuz kaldım,
Terketmedi sevdan beni…”
(Sevdan Beni)
Sezai Karakoç’u andıran fakat değişik bir ustalık ve üslûpta olarak Ahmed Arifte de Güneydoğu Dicle boyu hayatından şiirleşmiş sahneler, insanlar, çevreler, kadınlar, töreler, çocuklar vardır:
3
Hamravat suyu dondu Dicle’de dört parmak buz,
Biz kuyudan işliyoruz kaba-kacağa Çayı kardan demliyoruz.
Anam sır gibi saklar siyatiğini,
“Yel” der, “bahara geçer”.
Bacım iki canlı, ağır,
Güzel kızdır, bilirsin, îlki bu, bir yandan saklı utanır Ve bir yandan korkar Ölürüm deyi.
Bir can daha çoğalacağız bu kış,
Bebeğim, nerede saklayım seni?
Hoş gelir,
Safa gelir
Ahmed Arifin yeğeni
4
Doğdun,
Üç gün aç tuttuk
Üç gün meme vermedik sana
Adiloş bebem
Hasta düşmeyesin diye,
Töremiz böyle diye,
Saldır şimdi memeye,
Saldır da büyü…
Bunlar engerekler ve çıyanlardır Bunlar aşımıza ekmeğimize,
Göz koyanlardır.
Tanı bunları,
Tanı da büyü..
Bu, namustur
Künyemize kazılmış.
Bu da sabır,
* Ağulardan süzülmüş.
Sarıl bunlara
Sarıl da büyü…
(Diyarbakır Kalesinden Notlar ve Adiloş Bebenin Ninnisi)
Ahmet Arifin de (her zaman açıkladığı gibi) bu şiirinde ve başkalarında Orhan Veli, Nâzım Hikmet esintileri seziliyor. Ancak, Ahmed Arif; doktrinde ortak olduğu halde inançları, değer hükümleri, samimiyeti, köylülüğü, Allah’a inanışı, Türklük hatta devlet sevgisi ile bu üstatlarından ayrılıyor. Büyük şehrin, sahte davaların, dışa ipotekli siyasetlerin adamı değil Ahmed Arif. Kullandığı (uydurmasız) sıcak halk deyimlerinden kurulu şiir dili kadar bu milletin de adamıdır. Duygulu ve sevdalıdır. Belki Refik Durbaş’a söylediği şu sözler, onun farklı tarafını daha güzel anlatır:
“Ben buralarda, bu hastahanelerde bu topraklarda değil, gene oralarda, Dicle kıyısında bir çadırda ölmek isterdim. 0 kadar güzel ağıt yakar ki o kadınlar. Hiçbir müzik o kadar dokunaklı olamaz.”
KAYNAK: TÜRK EDEBİYATI 4. CİLT, AHMET KABAKLI, TÜRK EDEBİYATI VAKFI YAYINLARI, İSTANBUL
Yorumlar kapalı.