Abdul Melik Bin Abdil-Azîz Bin Cüreyc hayatı ve Tefsiri: (Ö. 150-767)Aslı Bizanslı olan bu zât, Mekke âlimlerinden ve muhaddislerindendi. Hicaz’da ilk kitap tasnif eden olarak addedilir. Taberî ondan bol miktarda haber nakletmektedir. Hıristiyanlığa taallluk eden haberlerde sık sık bu zatin ismine rastlanır. Atâ b. Ebî Rabâh, Zeyd b. Eşlem, ez-Zührî gibi kişilerden rivayette bulunmuş, ondan da Abdulaziz ve Muhammed ismindeki oğulları ile el-Evzâî, el-Leys, Yahya b. Sa’id, Hammâd b. Zeyd nakletmişlerdir.
Kendisinden önce ilim tedvin edenin olmadığını söyleyen İbn Cüreyc, İbn Abbas’tan bazısı sahih, bazısı da sahih olmayan pek çok rivayette bulunmuştur. el-Cerh ve’t-Ta’dil ulemâsının bâzısı onu tevsîk ederken, bâzısına nnu zayıf görmüşlerdir. Acelî, Süleyman b. Nadr, İbn Ma’in. Yahya b. Sa’id, m sika ve sadûk görmüşlerse de, ed-Dârekutnî, İbn Hibbân ve Zehebi, onu sika görmekle beraber, müdelleslikle itham etmişlerdir. Mut’a nikâhına cevaz verdiği ve bu nikâhla yetmiş kadınla evlendiği söylenir. Ahmed b. Hanbel, İbn Cüreyc’in rivayet ettiği bazı haberlerin mevzu olduğunu ve onun, aldığı haberlerin menşei üzerinde durmadığını söylemektedir.
Tefsirde İsrâiliyâta ait bir kaç örnek vermekle konumuza nihayet vereceğiz:
“… Allah ancak üç şeyi eli ile yarattı: Adem’i eli ile yarattı, Tevratı eli ile yazdı, cenneti eli ile yaptı…”
Bu habere meşhur hadis mecmualarında rastlanmamaktadır. Ancak bazı tefsirlerde yer alan bu haber, islâm’ın ruhuna uygun düşmemektedir. Abdurrezzâk aynı haberi Katâde vasıtasıyle Ka’b’dan, Tâberi ise Abdurrazzâk’tan nakleder. İbn Kesir tefsirinde de, bu rivayetlere benzer haberler nakledilir. Hattâ bu haberlerin isnadını, sahabe ve Hz. Peygamber’e kadar çıkaran haberlere bile rastlanmaktadır. Müteşâbih âyetlerde olduğu gibi ele, kudret manası vererek, Ka’b’dan gelen bu haberi te’vil edersek, sayılan şu üç şeyden gayrisini, Allah kudretiyle yaratmadı demek olmaz mı? Eğer onu el olarak kabul edersek, teşbih akidesine dalmış olmaz mıyız? Her iki durumda da, İslâm’ın ruhu ile bir bağdaşma mümkün olamamaktadır.
Bu misalde, o devirde ayağa giyilen şeyin, hangi hayvanın derisinden yapılmış olduğu meselesi ile uğraşılmaktadır. O, hangi hayvanın derisinden yapılırsa yapılsın, bizim için mühim değildir. Bunlar tefsirde lüzumsuz teferruatla uğraşmanın delilleridir. Abdurrazzâk, Kab’dan naklederek, onun ölü eşek derisi olduğunu söylemiştir. Tâberî, ölü eşek veya inek derisi olduğuna dair haberleri naklederse de, sonunda âyetin zahiri manası bunlara delalet etmez, o ancak çıkarmayı emreder demekte ve bu gibi lüzumsuz şeylerle uğraşmaktan içtinab edilmesi lâzım geldiğini söylemektedir. Suyûtî, Hz. Musa’nın Allah’la konuşurken üzerindeki elbiseleri sayan ve ayağındaki pabucun tezkiye edilmemiş eşek derisi olduğunu söyleyen haberin, sağlam olmadığını kaydetmektedir.
Ye’cüc, Me’cüc hakkında verilen garip haberlerden sarfı nazar ederek onların Türkler olduğu rivayeti üzerinde duracağız. Ye’cüc ve Me’cücün Türkler olduğuna dair haberler, hemen hemen bütün eski tefsirlerde geçmektedir. Bütün bu haberlerin menşei, Musa Carullah’ın da dediği gibi, tamamen Yahudilere dayanmaktadır. Zira Kitab-ı Mukaddes’te en kuzeyde Magog diyarında yaşayan Gog’lardan bahsedilirken, bu mıntıkalar, Yahudiler ve Hıristiyanlar tarafından Türklerin anayurdu olarak gösterilmek istenmiştir, Kitab-ı Mukaddes’teki ifade de, Türkler veya Türklerin anayurdunu gösterecek bir işaret mevcut değildir. Zira Kur’ân’da da Ye’cüc ve Me’cücün cinsiyetleri, zaman ve mekanları tayin edilmemiştir… Bunlar, Kur’ân’da yeryüzünü İfsad edenler olarak vasfedüir. Cinsleri, zaman ve mekanları tayin edilmediğine göre geçmiş ve gelecekte, hangi ırk ve millete mensûb olursa olsun, yeryüzündeki nizâm ve intizâmı bozmaya kalkışanların hepsine ıtlak edilebilir. Bu bakımdan bu güruhun Türkler’e tahsisi tamamen hatalıdır ve bir garaza mebnidir.
Bu gibi haberler, eski naklî tefsirlere hattâ re’y tefsirlerine dahi girmiştir. Cerh ve ta’dil ilmi geliştikçe bu gibi haberlerin azaldığını müşahede etmekteyiz. İbn Haldun, tefsirde İsrâilî haberleri ilk defa tenkidli bir şekilde ele alan şahsın Endülüs’lü müfessir Abdülhak b. Atiyye (ö. 542/1147) olduğunu söyler. Onun, el-Câmiu’l-Muharrer adlı tefsiri Kuzey Afrika’da, Zamahşeri’nin tefsiri kadar şöhret kazanmıştır.
Şunu unutmamak gerekir ki, sahabe ve tabiilerden, İslâmiyet’le müşerref olmuş aslı Yahudi olan kimseler, senelerce tesiri altında kaldıkları ve hafızalarına nakşedilmiş olan eski dinlerinden, bu yeni dine bir şeyler katmış olabilirler. Bu da tabiî görülür. Fakat tefsirde görülen geniş İsrâiliyâtı tamamıyla şu bir kaç şahsa yüklemek de, kanaatimce doğru bir hareket değildir. İslâmiyet’i içinden vurmak isteyenler tarafından uydurulan şeyleri her ne kadar İslâm ruhu ile bağdaşamaz olsalar da, sağlam bir isnada bağlamayı düşünmüş olabilirler. Böylece bu rivayetler ile İslâm topluluğu arasında bir şüphe meydana getirip onların kafalarını lüzumsuz şeylerle işgal etmiş oluyorlardı. Bütün bu maksatlı hareketlergöz önünde tutulursa da, tesir ve müteessir olma kaidesinin hükmünü icra ettiği de unutulmamalıdır.
Kaynak: Tefsir Tarihi, İsmail Cerrahoğlu, Fecr Yayınevi
Yorumlar kapalı.