Karl Popper ve Bilgi

kihaes 03/22/2014 0

Karl Popper ve Bilgi: Bilgi ya da bilim ile ideoloji arasındaki ilişkilerin ve farkların belirlenmesinde bir çok sorun ve kıstas vardır. Ben burada Popper’in netleştirdiği bir kıstasa değinmek istiyorum. İdeolojinin özelliği sınır tanımaması, her alanı kuşatma, her olayda “doğrulanma” iddiasıdır. Bilimsel bilginin özelliği ise, bunun tam aksine, sınırlı olması, hattâ sınırlandırılması gereği­dir!

Bizdeki bir kısım ideolojistler tarafından “gerici” ilan edilen bilim felsefecisi Kari R. Popper, “Yeni Pozitivizm”i savunan Vi­yana Okulu filozoflarına yönelttiği eleştirilerde, “bilginin sınır­larıma dikkat çekerek, bilimle ideoloji arasındaki farkı netleş­tirdi. Popper, “sahte bilim” dediği ideolojik, bütüncül, “her şey”ci, sınırsız izahlara örnek olarak Marks’ın, Freud’un ve Adler’in teorilerini göstermektedir.

“Bir Marksist hangi gazeteyi açsa, tarihî materyalizmi doğrula­yan bir sürü kanıt gösterebilirdi. Yalnız haberlerde değil, haberi ve­riş biçiminde de bu mümkündür, çünkü gazetenin sınıfsal eğilimi söz konusudur. Hattâ, gazetenin yazmadıklarında da böyle kanıtlar bu­luyorlardı…”

Komplo teorilerinde de böyledir: istediğiniz kadar bol “ka­nıt” bulursunuz ama iddianızı somut olarak test etmek imkan­sızdır. Halbuki Popper’in dediği gibi, bütün bu “her şey”ci izahların, “bir olguya, teorimize uygun bir anlam verebileceği­mizi göstermiş olmanın ötesinde bir anlamı yoktur… Bolca am­pirik kanıtlara dayanan astroloji, bu metodun tipik örneği­dir!’^)

Falanca cinayet, burjuva toplumunun krizinin göstergesidir!

Gazete bunu küçük vermiş, çünkü burjuvazinin krizini ört­mek istiyor!

Ama falanca gazete bu cinayeti manşet yapmış? O gazete, sı­nıf mücadelesini unutturmak, dikkatleri böyle tekil olaylara çekmek istiyor!

Bir cinayet olayı hakkında verdiğimiz bu yargılarımız sadece mantıkî kurgulardan, akıl yürütmelerden ibarettir. Bu yargıları­mızı test etmemiz, sınamamız mümkün değildir: Bir sınıfsız toplum ‘laboratuvarı’ kuracağız, katili ve maktülü doğumundan itibaren orada yaşatacağız ve cinayet işleyip işlemediklerine ve hür gazetelerin bu cinayeti nasıl verdiğine bakacağız!.. Bu im­kansız olduğuna göre, bir cinayet olayına ilişkin yukardaki yar­gılardan hiçbirini deney ve gözlemle, ölçüm ve sınamayla “yanlışlayamayız”. Yapabileceğimiz tek şey, bu soyut mantıkî kurgu­lara karşı başka soyut mantıkî kurgular üretmektir: Tasavvurla­rın, tahayyüllerin kavgası!

Popper, bilimin, “gözleme dayanılarak yanlışlanmaları mümkün uğraşların toplamı” olduğunu söylerken, bunu kaste­diyor.

Popper’in söylediği gibi, bir varsayım, doğruluğuna “kanıt” toplayarak değil, yanlış olup olmadığının sınandığı deney ya da gözlem vasıtasıyla doğrulanırsa bilimsel bilgi haline gelir.

Deney ve gözlem yapılması mümkün değilse, konu tama­men bilim alanının dışındadır, bu alanda üretilmiş teoriler için Popper “sahte – bilim” diyor. ‘Değerler alanını aşarak ‘teori’ ol- m,ak, hele de ‘bilimsel’ olmak iddiasındaki idolojiler, tipik “sah­te – bilim” örnekleridir.

Tabii, “sahte-bilim”ler de insanoğlunun zenginlikleridir. So­runlar ve facialar, bunların “bilim”in yerine geçme, bilimi kap­sama veya bilimin bunların yerine geçme iddialarından doğu­yor. Fanatizmin iki boyutu… Bilimi metodla sınırlandırma, yani somutlama bu bakımdan da son derece hayati bir gerekliliktir.

Çevremizdeki ya da tarihteki olaylara, ideolojik varsayımları­mızı “yanlışlıyor mu?” diye bakmak yerine “doğruluyor mu?” diye bakarsak, astrolojinin metodunu benimsemiş oluruz: “Her şey” bizi doğrular! Aynı olay Marks’ın da, Hitler’in de, Humeyni’nin de “doğrulandığı” argümanlar haline gelir! Güvenlik ted­birlerinde “hainane tuzaklar’ı, karmaşık sanayi toplumunda sı­nıf mücadelesinin basmakalıp yalınlığını, globalleşmede emper­yalizmi keşfetmek çok kolaylaşır!

Bilim ve Kehanet

Bilim, gelecek sene ve binyıl sonra güneş tutulmasının za­manını saniyesi saniyesine öngörür. Popper’in belirttiği gibi, pozitivist ideolojiler, güneş tutulmasının olacağını öngören bi­limsel metodların sosyal olayları da öngörebileceğine inanmış­lardır. ‘Gelecek toplum’ kehanetlerinin temelinde de bu vardır:

Bilimsel metodlarla geleceği öngörebiliyorsak, geleceği planla­mak ve istediğimiz gibi yeniden inşa etmek de mümkündür!

Ancak, ideolojilerin bilim adına “gelecek toplum” vaad etme­lerinin bilimsel hiçbir değeri yoktur. Çünkü bugünün deney ve gözlemlerine bakarak, gelecek hakkındaki ideolojik tasavvurları­mızı sınayamayız, test edemeyiz. Fizikte, kimyada, astronomide bugünkü bir deneyimizle gelecekteki bir deneyi öngörürüz, çünkü olay aritmetik ifadelere bağlı yasalarla tekrarlanmaktadır.

Toplumsal gelecek hakkındaki kehanetimiz ise hiçbir şekilde ‘sınanabilir bilgi’ değildir; tahminden, temenniden, tasavvur­dan, ideolojiden öteye bir anlam taşımaz. Çünkü, sosyal olaylar fizik olayları gibi tekrarlanamaz, bu sebeple de güneş tutulması gibi öngörülemez, kehanet edilemez..

Fizikte bile determinizmin tartışıldığı bugünkü bilim düze­yinde, sosyal olayların determinizmi söz konusu olamaz.

Gelecek tasavvurlarının bilimsel değil, ancak edebî, artistik, felsefî değerleri olabilir.

Bilimsel metodları kullanarak geleceği kehanet edemeyeceği­miz gibi, zihnimizdeki bir kehanete göre geleceği inşa da ede­meyiz. Komplo teorilerinin yanlış olmasının sebebi, kimsenin geleceği (gayb’ı) planlamasının mümkün olmamasıdır. Halbuki komplo teorisi, olayların önceden planlandığına inanır.

“Sosyal ihtilaller rasyonel planlar tarafından değil, sosyal güçler, mesela çıkar çatışmaları tarafından meydana getirilir… Tarihsel ge­lişmenin akışı, ne kadar mükemmel olursa olsunlar, teorik inşalarla asla şekillendirilemez… Böyle bir rasyonel plan (yeni toplum planı), güçlü grupların çıkarlarıyla çakışsa bile, hiçbir zaman ilk düşünüldü­ğü şekliyle gerçekleştirilemez…”

işte sosyalizm! Bir kehanete bakın, bir de gerçek hayata…

Zaten geleceği şu veya bu şekilde önceden planlayarak inşa etmek mümkün olsaydı, sosyal bilimlerle ‘öykü’ arasında fark kalmazdı.

“Rasyonel sosyal inşaların imkansızlığını öğretmeyen her sosyal bilim, sosyal hayatın önemli olgu ve gerçeklerine karşı tamamiyle kör demektir.”(8)

Liberal iktisatçı – filozof Friedrich A. von Hayek, hem Marksizmi hem Descartes’çı Rasyonalizm’i eleştirirken, bunları “kurucu rasyonalizm” olarak adlandırır, “kurucu mugalata” ola­rak niteler. Çünkü gelenekleri, kurumlan, alışkanlıkları, biri­kimleri bir yerde yok edip, tümüyle yeni baştan ve soyut ‘Ras­yonel’ ya da ‘bilimsel’ olarak çizilmiş bir şemaya göre yeni top­lum inşa edilemez.

Bu ‘Rasyonalist’ ve ‘Aydınlanmacı’ yanılgı, Volter’in şu söz­lerinde çok berrak bir şekilde görülmektedir:

“Eğer iyi kanunlar istiyorsanız, sahip olduklarınızı yakın ve yeni­lerini yapın.”(9)

Bu total, Rasyonalist inşa imkansızdır, çünkü toplumda mil­yonlarca zihne dağılmış olan ‘parçalı bilgi’ ve insan davranışları­nın saikleri ‘kurucu’ bir merkezde toplanamaz ve yönlendirile- mez.

işte Sosyalizm’in 70 yıllık deneyi!

Engels, Rasyonalist, yani soyut – mantıkî bir şemaya göre bir gelecek kurmanın “çocuk oyuncağı” olacağını zannetmek gibi çocuksu bir saflık içindeydi. Ama bu ideoloji ‘kesin inançlı’ bir politizasyona dönüşünce, milyonlarca insanın hayatına ve ızdırabına mal oldu!

Ve çöktü.

‘Uygulama Hatası’

Fransız, Rus, İran devrimleri gibi “Kurucu Rasyonalist” devrimlerin ideolojik taraftarları, ideolojiyi kurtarmak amacıyla, tatbikattaki başarısızlıkların, faciaların, çöküş ve çürüyüşlerin “uygulama hatalarından” kaynaklandığını söylerler; yüce ideo­lojinin “tam uygulanamadığından” bahsederler.

Ama, zaten asıl sorun da budur: Hiçbir ideolojik şema, ön­görüldüğü gibi uygulanamaz!

Değerli dostum Cüneyt Ülsever, sosyal bilimlerin bu kanu­nunu, nefis kitabına isim yapmıştır: “Pratik Daima Teoriyi Aşı­yor.”

İşte bu sebeple, sosyal bilimlerin, herkese, “Rasyonel sosyal inşaların imkansızlığını” öğretmesi gerekir! Çünkü hiçbir teori, pratiği, yani hayatı öngörüp yeniden planlayamaz. Hayat, dai­ma teoriyi aşar. Komplo teorilerinin saçma olması da bundan­dır.

Totaliter ideolojilerin zihnimiz ve ruhumuz üzerindeki ta­hakkümünü kırmak için, zihnî kurgularımızın hayata hükmet­mesinin imkansızlığını görmemiz, göstermemiz gerekir. Bir sos­yal bilim anlayışına sahip olmamız için de bu gerekir.

Geleceğin kehanet edilmesi imkansız olduğu için, gelece­ğin planlanıp icra edildiğine inanan komplo teorileri de saç­madır.

Tabii ki, geleceğe dair ideallerimiz, sosyal hayata anlam ve­ren değerlerimiz olacaktır, dahası, olmalıdır.

Ama, komünistin ve faşistin de böyle idealleri ve değerleri vardı! Demek ki, geleceğe dönük tasavvurlarımızı totaliter bir ideoloji haline getirmekten sakınmalıyız. Çünkü, geleceğe dö­nük özlem ve tasavvurlarımız “herşey’ci bir yanılmazlık ideolo­jisine dönüşürse, felaket getirmektedir.

Bu sebepledir ki, demokrasinin ve pragmatizmin böyle totaliterleşmeyi ve toptan ‘inşacılığı’ önleme işlevinden asla vazgeçi­lemez.

Bilim zorunludur ama sırf bilimle yetinmemiz asla mümkün değildir. Değerler dünyası bilim kadar vazgeçilemezdir. Ancak, bu ikisi birbirine karışınca hem müthiş bir kafa karışıklığı hem vahim bir totaliterlik eğilimi doğuyor.

Demek ki, olguları anlamaya çalışırken, ideolojiden olabildi­ğince arınmak, olgular hakkındaki bilginin “objektif” olması gerektiğini akıldan çıkarmamak gerekiyor. Objektif bilgiyi edindikten sonra onun yorumunda değerler, teori ve ideoloji söz konusu olacaktır.

Bilimsel bilgi insanoğlunun çok yüksek bir zihnî faaliyetinin eseri olduğu için, bu düzeye ulaşmamış zihinlerin ideolojiye mübtela olması, “her şeyi izah eden” sahte – bilimlere kapılma­sı, yarı-aydınlar için çok cazip geliyor. Zaten insanoğlunun astrolojiyi icat etmesi, astronomiyi keşfetmesinden öncedir!

Kaynak: Taha AKYOL, BİLİM VE YANILGI, AD Yayıncılık 2. Baskı, Haziran 1997

Yorumlar kapalı.