Karl Popper ve Bilgi: Bilgi ya da bilim ile ideoloji arasındaki ilişkilerin ve farkların belirlenmesinde bir çok sorun ve kıstas vardır. Ben burada Popper’in netleştirdiği bir kıstasa değinmek istiyorum. İdeolojinin özelliği sınır tanımaması, her alanı kuşatma, her olayda “doğrulanma” iddiasıdır. Bilimsel bilginin özelliği ise, bunun tam aksine, sınırlı olması, hattâ sınırlandırılması gereğidir!
Bizdeki bir kısım ideolojistler tarafından “gerici” ilan edilen bilim felsefecisi Kari R. Popper, “Yeni Pozitivizm”i savunan Viyana Okulu filozoflarına yönelttiği eleştirilerde, “bilginin sınırlarıma dikkat çekerek, bilimle ideoloji arasındaki farkı netleştirdi. Popper, “sahte bilim” dediği ideolojik, bütüncül, “her şey”ci, sınırsız izahlara örnek olarak Marks’ın, Freud’un ve Adler’in teorilerini göstermektedir.
“Bir Marksist hangi gazeteyi açsa, tarihî materyalizmi doğrulayan bir sürü kanıt gösterebilirdi. Yalnız haberlerde değil, haberi veriş biçiminde de bu mümkündür, çünkü gazetenin sınıfsal eğilimi söz konusudur. Hattâ, gazetenin yazmadıklarında da böyle kanıtlar buluyorlardı…”
Komplo teorilerinde de böyledir: istediğiniz kadar bol “kanıt” bulursunuz ama iddianızı somut olarak test etmek imkansızdır. Halbuki Popper’in dediği gibi, bütün bu “her şey”ci izahların, “bir olguya, teorimize uygun bir anlam verebileceğimizi göstermiş olmanın ötesinde bir anlamı yoktur… Bolca ampirik kanıtlara dayanan astroloji, bu metodun tipik örneğidir!’^)
Falanca cinayet, burjuva toplumunun krizinin göstergesidir!
Gazete bunu küçük vermiş, çünkü burjuvazinin krizini örtmek istiyor!
Ama falanca gazete bu cinayeti manşet yapmış? O gazete, sınıf mücadelesini unutturmak, dikkatleri böyle tekil olaylara çekmek istiyor!
Bir cinayet olayı hakkında verdiğimiz bu yargılarımız sadece mantıkî kurgulardan, akıl yürütmelerden ibarettir. Bu yargılarımızı test etmemiz, sınamamız mümkün değildir: Bir sınıfsız toplum ‘laboratuvarı’ kuracağız, katili ve maktülü doğumundan itibaren orada yaşatacağız ve cinayet işleyip işlemediklerine ve hür gazetelerin bu cinayeti nasıl verdiğine bakacağız!.. Bu imkansız olduğuna göre, bir cinayet olayına ilişkin yukardaki yargılardan hiçbirini deney ve gözlemle, ölçüm ve sınamayla “yanlışlayamayız”. Yapabileceğimiz tek şey, bu soyut mantıkî kurgulara karşı başka soyut mantıkî kurgular üretmektir: Tasavvurların, tahayyüllerin kavgası!
Popper, bilimin, “gözleme dayanılarak yanlışlanmaları mümkün uğraşların toplamı” olduğunu söylerken, bunu kastediyor.
Popper’in söylediği gibi, bir varsayım, doğruluğuna “kanıt” toplayarak değil, yanlış olup olmadığının sınandığı deney ya da gözlem vasıtasıyla doğrulanırsa bilimsel bilgi haline gelir.
Deney ve gözlem yapılması mümkün değilse, konu tamamen bilim alanının dışındadır, bu alanda üretilmiş teoriler için Popper “sahte – bilim” diyor. ‘Değerler alanını aşarak ‘teori’ ol- m,ak, hele de ‘bilimsel’ olmak iddiasındaki idolojiler, tipik “sahte – bilim” örnekleridir.
Tabii, “sahte-bilim”ler de insanoğlunun zenginlikleridir. Sorunlar ve facialar, bunların “bilim”in yerine geçme, bilimi kapsama veya bilimin bunların yerine geçme iddialarından doğuyor. Fanatizmin iki boyutu… Bilimi metodla sınırlandırma, yani somutlama bu bakımdan da son derece hayati bir gerekliliktir.
Çevremizdeki ya da tarihteki olaylara, ideolojik varsayımlarımızı “yanlışlıyor mu?” diye bakmak yerine “doğruluyor mu?” diye bakarsak, astrolojinin metodunu benimsemiş oluruz: “Her şey” bizi doğrular! Aynı olay Marks’ın da, Hitler’in de, Humeyni’nin de “doğrulandığı” argümanlar haline gelir! Güvenlik tedbirlerinde “hainane tuzaklar’ı, karmaşık sanayi toplumunda sınıf mücadelesinin basmakalıp yalınlığını, globalleşmede emperyalizmi keşfetmek çok kolaylaşır!
Bilim ve Kehanet
Bilim, gelecek sene ve binyıl sonra güneş tutulmasının zamanını saniyesi saniyesine öngörür. Popper’in belirttiği gibi, pozitivist ideolojiler, güneş tutulmasının olacağını öngören bilimsel metodların sosyal olayları da öngörebileceğine inanmışlardır. ‘Gelecek toplum’ kehanetlerinin temelinde de bu vardır:
Bilimsel metodlarla geleceği öngörebiliyorsak, geleceği planlamak ve istediğimiz gibi yeniden inşa etmek de mümkündür!
Ancak, ideolojilerin bilim adına “gelecek toplum” vaad etmelerinin bilimsel hiçbir değeri yoktur. Çünkü bugünün deney ve gözlemlerine bakarak, gelecek hakkındaki ideolojik tasavvurlarımızı sınayamayız, test edemeyiz. Fizikte, kimyada, astronomide bugünkü bir deneyimizle gelecekteki bir deneyi öngörürüz, çünkü olay aritmetik ifadelere bağlı yasalarla tekrarlanmaktadır.
Toplumsal gelecek hakkındaki kehanetimiz ise hiçbir şekilde ‘sınanabilir bilgi’ değildir; tahminden, temenniden, tasavvurdan, ideolojiden öteye bir anlam taşımaz. Çünkü, sosyal olaylar fizik olayları gibi tekrarlanamaz, bu sebeple de güneş tutulması gibi öngörülemez, kehanet edilemez..
Fizikte bile determinizmin tartışıldığı bugünkü bilim düzeyinde, sosyal olayların determinizmi söz konusu olamaz.
Gelecek tasavvurlarının bilimsel değil, ancak edebî, artistik, felsefî değerleri olabilir.
Bilimsel metodları kullanarak geleceği kehanet edemeyeceğimiz gibi, zihnimizdeki bir kehanete göre geleceği inşa da edemeyiz. Komplo teorilerinin yanlış olmasının sebebi, kimsenin geleceği (gayb’ı) planlamasının mümkün olmamasıdır. Halbuki komplo teorisi, olayların önceden planlandığına inanır.
“Sosyal ihtilaller rasyonel planlar tarafından değil, sosyal güçler, mesela çıkar çatışmaları tarafından meydana getirilir… Tarihsel gelişmenin akışı, ne kadar mükemmel olursa olsunlar, teorik inşalarla asla şekillendirilemez… Böyle bir rasyonel plan (yeni toplum planı), güçlü grupların çıkarlarıyla çakışsa bile, hiçbir zaman ilk düşünüldüğü şekliyle gerçekleştirilemez…”
işte sosyalizm! Bir kehanete bakın, bir de gerçek hayata…
Zaten geleceği şu veya bu şekilde önceden planlayarak inşa etmek mümkün olsaydı, sosyal bilimlerle ‘öykü’ arasında fark kalmazdı.
“Rasyonel sosyal inşaların imkansızlığını öğretmeyen her sosyal bilim, sosyal hayatın önemli olgu ve gerçeklerine karşı tamamiyle kör demektir.”(8)
Liberal iktisatçı – filozof Friedrich A. von Hayek, hem Marksizmi hem Descartes’çı Rasyonalizm’i eleştirirken, bunları “kurucu rasyonalizm” olarak adlandırır, “kurucu mugalata” olarak niteler. Çünkü gelenekleri, kurumlan, alışkanlıkları, birikimleri bir yerde yok edip, tümüyle yeni baştan ve soyut ‘Rasyonel’ ya da ‘bilimsel’ olarak çizilmiş bir şemaya göre yeni toplum inşa edilemez.
Bu ‘Rasyonalist’ ve ‘Aydınlanmacı’ yanılgı, Volter’in şu sözlerinde çok berrak bir şekilde görülmektedir:
“Eğer iyi kanunlar istiyorsanız, sahip olduklarınızı yakın ve yenilerini yapın.”(9)
Bu total, Rasyonalist inşa imkansızdır, çünkü toplumda milyonlarca zihne dağılmış olan ‘parçalı bilgi’ ve insan davranışlarının saikleri ‘kurucu’ bir merkezde toplanamaz ve yönlendirile- mez.
işte Sosyalizm’in 70 yıllık deneyi!
Engels, Rasyonalist, yani soyut – mantıkî bir şemaya göre bir gelecek kurmanın “çocuk oyuncağı” olacağını zannetmek gibi çocuksu bir saflık içindeydi. Ama bu ideoloji ‘kesin inançlı’ bir politizasyona dönüşünce, milyonlarca insanın hayatına ve ızdırabına mal oldu!
Ve çöktü.
‘Uygulama Hatası’
Fransız, Rus, İran devrimleri gibi “Kurucu Rasyonalist” devrimlerin ideolojik taraftarları, ideolojiyi kurtarmak amacıyla, tatbikattaki başarısızlıkların, faciaların, çöküş ve çürüyüşlerin “uygulama hatalarından” kaynaklandığını söylerler; yüce ideolojinin “tam uygulanamadığından” bahsederler.
Ama, zaten asıl sorun da budur: Hiçbir ideolojik şema, öngörüldüğü gibi uygulanamaz!
Değerli dostum Cüneyt Ülsever, sosyal bilimlerin bu kanununu, nefis kitabına isim yapmıştır: “Pratik Daima Teoriyi Aşıyor.”
İşte bu sebeple, sosyal bilimlerin, herkese, “Rasyonel sosyal inşaların imkansızlığını” öğretmesi gerekir! Çünkü hiçbir teori, pratiği, yani hayatı öngörüp yeniden planlayamaz. Hayat, daima teoriyi aşar. Komplo teorilerinin saçma olması da bundandır.
Totaliter ideolojilerin zihnimiz ve ruhumuz üzerindeki tahakkümünü kırmak için, zihnî kurgularımızın hayata hükmetmesinin imkansızlığını görmemiz, göstermemiz gerekir. Bir sosyal bilim anlayışına sahip olmamız için de bu gerekir.
Geleceğin kehanet edilmesi imkansız olduğu için, geleceğin planlanıp icra edildiğine inanan komplo teorileri de saçmadır.
Tabii ki, geleceğe dair ideallerimiz, sosyal hayata anlam veren değerlerimiz olacaktır, dahası, olmalıdır.
Ama, komünistin ve faşistin de böyle idealleri ve değerleri vardı! Demek ki, geleceğe dönük tasavvurlarımızı totaliter bir ideoloji haline getirmekten sakınmalıyız. Çünkü, geleceğe dönük özlem ve tasavvurlarımız “herşey’ci bir yanılmazlık ideolojisine dönüşürse, felaket getirmektedir.
Bu sebepledir ki, demokrasinin ve pragmatizmin böyle totaliterleşmeyi ve toptan ‘inşacılığı’ önleme işlevinden asla vazgeçilemez.
Bilim zorunludur ama sırf bilimle yetinmemiz asla mümkün değildir. Değerler dünyası bilim kadar vazgeçilemezdir. Ancak, bu ikisi birbirine karışınca hem müthiş bir kafa karışıklığı hem vahim bir totaliterlik eğilimi doğuyor.
Demek ki, olguları anlamaya çalışırken, ideolojiden olabildiğince arınmak, olgular hakkındaki bilginin “objektif” olması gerektiğini akıldan çıkarmamak gerekiyor. Objektif bilgiyi edindikten sonra onun yorumunda değerler, teori ve ideoloji söz konusu olacaktır.
Bilimsel bilgi insanoğlunun çok yüksek bir zihnî faaliyetinin eseri olduğu için, bu düzeye ulaşmamış zihinlerin ideolojiye mübtela olması, “her şeyi izah eden” sahte – bilimlere kapılması, yarı-aydınlar için çok cazip geliyor. Zaten insanoğlunun astrolojiyi icat etmesi, astronomiyi keşfetmesinden öncedir!
Kaynak: Taha AKYOL, BİLİM VE YANILGI, AD Yayıncılık 2. Baskı, Haziran 1997
Yorumlar kapalı.