Tamburi Cemil Bey kimdir? Hayatı ve Eserleri

kihaes 12/13/2021 0

Tamburi Cemil Bey kimdir? Hayatı ve Eserleri: (1873-1916) Türk besteci, saz sanatçısı. Taksimleriyle, peşrev ve saz semaileriyle, saz musikisinde yeni bir dönem açmıştır. İstanbul’un Molla Gürani semtinde doğdu. Bazı kaynaklara göre, doğum tarihi 1871’dir. 29 Temmuz 1916’da İstanbul’da öldü. Babası, çok çeşitli kademelerdeki devlet görevleri yanında, Tahran sefirliğinde de bulunan Tevfik Bey’dir. Dedesi Mustafa Reşid Efendi, Sadrazam Hüsrev Paşa’nın kethüdasıydı; annesi Zihniyar Hanım, Mustafa Reşid Efendi tarafından Sultan Abdülmecid’in kızkardeşi Adile Sultan’ ın sarayına cariye olarak satılmış, daha sonra da geri alınarak Tevfik Bey’le evlendirilmiştir. Cemil üç yaşında babasını kaybetti. Yüksek düzeyde devlet görevlerinde bulunan amcası Refik Bey’in himayesi altında ilköğrenimini tamamlayarak Rüştiye’ye başladı.

Küçük yaşta musikide “harika çocuk” özellikleri gösterdi; eline geçen ev aletlerinden oyuncak çalgılar yaptı. Hemen her sazı çalabilen bir sanatçı olduktan sonra da bu merakı geçmedi. On yaşından itibaren tambur çalmaya başladı, yeteneği kısa zamanda çevresinin dikkatini çekti. Yenilik fikirleriyle yetişmiş bir Tanzimat aydını olan amcası Refik Bey’in evi Cemil’i genel kültür yönünden de etkileyen bir ortam oldu. Fransızca öğrendi. Refik Bey’in kızları piyano dersi alırken Cemil de musikinin teknik yönleriyle ilgili temel bilgileri öğrendi. Tambur çalan ağabeysi Ah- med Bey’den de yararlandı. Ayrıca amcasının oğlu Mahmud Bey’in keman öğretmeni, “Kemani Ağa” adıyla tanınan Aleksan Efendi’den Hamparsum notası ile Batı notasını öğrendi.

Yaşı ilerledikçe olağanüstü yeteneği kulaktan kulağa yayılıyor, musikili toplantılara çağrılıyordu. On üç yaşına girdiğinde, amcası Refik Bey öldü. Cemil bundan sonraki dört yılı Mahmud Bey’in himayesinde geçirdi. Bu süre içinde Mahmud Bey’le gittiği bir toplantıda ünlü besteci Tamburî Ali Efendi’ yle tanıştı. Ali Efendi, Cemil’in alışılmadık bir tarzda, bol mızrap vuruşuyla çaldığı tamburu dinledikten sonra, onu övgülere boğdu. Geleneksel tambur tekniğini benimseyen çevreler, Cemil bir tamburî olarak kişiliğini iyice kanıtladıktan sonra bile onun tekniğine karşı çıktıkları halde klasik anlayışın sıkı kayıtları altına girmeyen Ali Efendi’nin bu yeni tekniği beğenmesi, Cemil’in olduğu kadar, Ali Efendi’nin yenilikçi kişiliğine ve o dönemin duyarlılığına da ışık tutucu niteliktedir. Bu tanışmadan sonra Cemil, Ali Efendi’nin gittiği musikili toplantılara katılmaya başladı, ders almamakla birlikte ondan çok yararlandı. On sekiz yaşma girdiğinde kendisini büyük bir icracı olarak kabul ettirmişti. Yirmisinde ise, lavta, kemençe, viyolonselde de üstün bir icra gücü gösteriyordu.

Tamburi Cemil Bey musikiyi çok seven bir aile çevresinde yetişmiştir. Ailesinde saz sanatçısı olabilmiş kimseler vardı. Annesi Zihniyar Hanım, evlenmeden önce, Adile Sultan Sarayı’nın kızlardan oluşan saz takımında lavta çalmıştı. Büyük ağabeysi Reşad Bey âşık sazı çalıyordu. Tambur çalan küçük ağabeysi Ahmed Bey de sonradan usta bir tamburî olmuştur. Musikiye bu ölçüde ilgi duyan bir ailede yetişmesine karşın, Cemil düzenli bir musiki eğitimi görmedi. Bütün eski ustalardan yararlanmıştı, ama onu doğrudan doğruya etkilemiş, belirli bir sanatçı yoktu. Tümüyle kendi kendini yetiştirmiş, olağanüstü yeteneğiyle kişiliğini kazanmış bir sanatçıydı.

O zamanki adı Mekteb-i Mülkiye-i Şahane olan Siyasal Bilgiler Fakültesi’ne bir yıl kadar devam etti. Daha sonra Hariciye Nezareti’nin konsolosluk işleriyle uğraşan umûr-u şehbenderiye kaleminde kâtip olarak görevlendirildi. 1901’de Saide Hanım’la evlendi. Bu evlilikten değerli musiki adamı, oğlu Mesut Cemil doğdu.

Otuz yaşına girdiğinde ününün doruğuna ulaşmıştı. Sultan II. Abdülhamid onu saraya çağırarak huzurunda tambur, yaylı tambur ve kemençe çaldırdı. Bazı kaynaklara göre, padişah onu dinledikten sonra, Hariciye Nezareti’ndeki rütbesini baş kâtipliğe yükseltmiş, ikinci Mecidî nişanıyla ödüllendirilmiştir. İkinci Meşrutiyet’in ilanından sonra memur kadrosunu gençleştirmek amacıyla girişilen “tensikat” sırasında kendi isteğiyle tazminat karşılığı kadro dışına çıkarıldı. Sultan Reşad’ın Muzika-yi Hümayun’a girmesi teklifini kabul etmedi. Onun ve ailesinin geleceğini sağlama bağlama yolunda elinden gelen her şeyi yapacağını vaat eden ve Cemil’i Kahire’ye götürmek üzere özel yatını İstanbul’a gönderen Mısır Hidivi İsmail Paşa’nın çekici teklifini de geri çevirdi.

Cemil Bey’in yaşadığı dönem, Türk musikisi sanatçılarıyla Saray arasındaki geleneksel bağın zayıfladığı bir dönemdir. Devletin musiki politikasında artık Batı musikisi ağır basıyordu. Bu dönemin büyük bir bölümünde padişah olan II. Abdülhamid musikiyle yakından ilgili değildi. Türk musikisi sanatçıları özellikle 19. yy’ın son çeyreğinde Saray dışında daha güçlü musiki çevreleri oluşturuyorlar, konaklarda, özel meşkhanelerde toplanıyorlardı. Her türlü memuriyetten nefret eden Cemil Bey, Saraydan, resmi kuruluşlardan ömrü boyunca uzak durmaya çalışmıştı. O, döneminin romantizmine özgü bir “özgür sanatçı”, bir “bohem” tipiydi. 

Tamburi Cemil Bey memuriyetten çekildikten sonra yalnız musikiyle uğraştı, geçimini de musikiyle kazandı. Geçimini sağlamasında Saray çevresindeki musikisever dostlarının da yardımlarını gördü. Cemil’in sanatına hayran olan Yanyalı Ferik Mustafa Paşa (öl. 1904) onun en büyük koruyucusuydu. Cemil Bey fonografın icadıdan sonra kovanlara, taş plaklara taksimler, saz eserleri çaldı. Fonograf ile gramofonun yayılmasıyla ünü Osmanlı Imparatorluğu’nun sınırları dışına taştı. Meşrutiyet’ten sonra İstanbul’da Tepebaşı Tiyatrosu’nda tambur, yaylı tambur ve kemençe ile konserler verdi. Bu konserler, Türkiye’de halka verilen ilk konserlerdir. Rumeli’ye gitti, Selanik Resne ve Edirne’de de halk karşısına çıktı. Kısa bir süre Darülbedayi’nin musiki bölümünde öğretmenlik yaptı.

Özel dersler verdi, birçok öğrenci yetiştirdi. Tamburda Refik Fersan, Faize Ergin, halasının oğlu tamburi Hikmet Bey, Kadı Fuat Efendi; kemençede Fahire Fersan, Murad Öztorun öğrencilerinden bazılarıdır. Bunlardan Kadı Fuat Efendi, Cemil’in en parlak öğrencisidir. Oğlu Mesut Cemil’in de tambur öğretmeni olan Kadı Fuat Efendi, uzun yıllar süren Dır gözlem ve çalışma sonucu Tamburi Cemil’in sağ ve sol el tekniğini kavramıştı. Bu konudaki bilgisini Mesut Cemil’e öğretmekle, Tamburi Cemil’in tekniğinin günümüze daha sağlıklı bir biçimde ulaşmasını sağlamıştır. 1. Dünya Savaşı’nın ağır koşulları Cemil Bey’in sağlığını bozdu. Aşırı içki de vücudunu iyice yıpratmıştı. Ciğerlerinden hastalandı. İktidarda bulunan İttihad ve Terakki Fırkası tedavi için onu İsviçre’ye göndermeye karar verdi. Sanatçı İstanbul’dan ayrılmak istemedi.

Tamburi Cemil Bey Türk musikisi tarihinin en büyük tambur virtüözü sayılmıştır. Kemençe ile lavtayı da aynı ustalıkla çalmıştır. Tambur icra tekniğine köklü bir yenilik getirmiştir. Geleneksel “tambur tavrı”m temelden değiştirmiş, öteki sazların çalmış biçimine de yaratıcı bir yenilik, canlılık, hareket getirmiştir. Tambur, kemençe, yaylı tambur, lavta ve viyolonsel ile yaptığı taksimler olağanüstü değeri olan musiki parçalarıdır. Bu parçalar, saz sanatçısının belli bir makamı doğaçtan (irticalen) işlediği ve ancak bir kez çalabildiği taksim denilen forma saygınlık kazandırmıştır. Saz icracılığında olduğu kadar, bestelediği saz eserlerinde de kendisinden önceki sanatçılarda görülmeyen, özgün bir tavır ve üslup ortaya koymuş, saz musikisine yepyeni bir hava getirmiştir.

Cemil Bey’in sanatı üç yönden ele alınabilir: taksimleri, icracılığı, saz esen besteciliği. Taksimlerinin her biri birer “notasız beste” niteliğindedir. Bu bakımdan, bu taksimler birer icra örneği olarak değil de, birer “beste” olarak değerlendirilirse, önemi daha iyi vurgulanmış olur. “Tambur tavrı” geleneksel tavırdan köklü bir kopuşun ürünüdür. Bütünüyle kendine özgü, kişisel bir ustalıkla elde edilmiştir. Bu

tavrın ve tekniğin oluşumu, daha önceki tambur sanatçılarının etkilerine bağlanamaz.

Geleneksel tambur tavrı, nağmeleri elden geldiğince az mızrap vuruşlarıyla verme kuralına dayanıyordu. Mızrap vuruşlarının az olmasından beklenen şey, tamburun tellerindeki titreşimlerin, bu sazın derin teknesi ve ince göğsüyle uyandırdığı yankılanmaları mızrap vuruşları arasında duyulamaz hale getirmemek, böylece bu yankılanmalardan yararlanarak sesleri birbirine bağlamaktı. Bundan da amaç, insan hançeresini, özellikle de gırtlak nağmelerini taklit etmekti.

Tamburi Cemil Bey nağmenin icrasını son derece yavaşlatan, temposu da çok ağır olan bu tekniğe hareket ve canlılık getirdi. Sağ eliyle yaptığı mızrap vuruşlarını sol elde ulaştığı olağanüstü kıvraklıkla birleştiren yepyeni bir teknik geliştirdi. Çalınan parçayı oluşturan ses dizilerinin izlenmesini kimi zaman güçleştirebilen bu kıvraklık ve bol mızrap vuruşu, Cemil’in geliştirdiği tekniğin ayırt edici özelliğidir. Bu tekniğin bir başka özelliği mızrap vuruş biçimleridir. Çalarken uyandırmak istediği etkiye göre kullandığı çok çeşitli mızrap vuruş biçimleri vardır. Vuruş tekniğini iyi kavrayabilmek için, vuruş çeşitlerini ayrı ayrı değerlendirmek gerekir. Birtakım mızrap vuruşları iki ayrı kaynaktan, Batı musikisi sazlan ile halk musikisi sazlarının icra özelliklerinden esinlendiği izlenimini verir. Ancak, sanatının bütünü gibi vuruş çeşitleri de belli bir kaynağa dayandırılmayacak bir özgünlük gösterir.

Taksim icrasını getirdiği tekniğe indirgemek Cemil’in sanatı için sığ bir açıklama olur. Çünkü tekniği yalnızca “teknik” adına denenmiş, “müzikalite”den yoksun, kuru bir teknik değildir. Asıl ustalığı, tekniğini büyük bir ahenk içinde melodiyle kaynaştırabilmesindedir. Melodilerindeki ahenk ve yenilik, makam seyirlerinde, makamların kendi perdelerinden başka perdelere göçürülmesinde (şedlerde) gösterdiği uygunluk, anlık buluşlarındaki benzersizlik son derece çarpıcıdır. Ele aldığı her makamı değişik bir anlatımla işler, değişik bir hava yaratır. En dikkate değer niteliklerinden biri de, şedlerde, özellikle tiz şedlerde ulaştığı ustalıktır. Tamburda olsun, kemençede olsun, tiz perdelerde falso yapmadan dolaşmak, hele tiz perdelere makam göçürmek çok zordur. Bu alandaki başarısı da bütünüyle kendine özgü bir ustalığın ürünüdür.

Virtüözlüğünü kemençede de gösterdi. Bazen alto kemençe kullandı. Kemençede, bu sazın bir başka virtüözü olan Vasilaki’den yararlanmakla birlikte, kemençe tavrı onunkinden farklıdır. Vasilaki daha çok alto kemençede, Cemil ise klasik tarzdaki kemençede üstündüler.

Çocukluğundaki oyuncak musiki aletleri yapma merakının bir uzantısı olarak, tamburu keman ve kemençe yayıyla çalmayı denemiş ve yaylı tamburu icat etmişti. Yaylı tamburla plaklara taksimler doldurdu. Ayrıca lavtayı da tambur tavrıyla, çok kıvrak bir biçimde çaldı. Rebap ile viyolonselde de büyük ustalık gösterdi. Udu ise hiç sevmedi. Tar, çöğür, bağlama, cura, divan sazı, Karadeniz kemençesi, bozuk, hatta zurna gibi halk musikisi sazlarını da çalabiliyordu. Hiçbir saza bütünüyle bağlanamamıştır. Eline aldığı hemen her sazı çok kısa bir süre içinde çalabilen Tamburi Cemil Bey, bu yönüyle, çeşitli sazların olanaklarını araştıran, saz musikisinde ‘ deneyci” bir sanatçı olarak da dikkati çekti.

Taksimleri, hangi sazı çalmış otursa olsun, gerek teknik açıdan, gerekse melodik seyir açısından, bütün saz sanatçılarına bir şeyler öğretmiştir ve öğretecek niteliktedir. Bu taksimler günümüzde ancak taş plaklardan dinlenebilmektedir. Onu sağlığında dinlemiş musiki adamları, Cemil Bey’in plak doldururken sinirlerine hakim olamadığını, bu yüzden en güzel taksimlerinin plağa alınamadığını ileri sürerler.

Saz eserlerini çalış tarzı, icra özelliklerini yansıtır. Peşrevleri, saz semailerini, hatta şarkıları, esere kendisinde bulunmayan bir kıvraklık vererek, yeni bir anlayışla çalmıştır, icradaki bu farklılık Cemil’in o dönemin duyarlılığını yansıtma çabasından kaynaklanır. Bazı eserlerin icrasında, Batı musikisine duyduğu ilgi de dikkati çeker. Örneğin, Kemanı Rıza Efendi’ nin melodi yapısı bakımından Batı musikisi etkileri taşıyan ünlü tabirbuselik peşrevinin kuruluşundaki özelliği sezmiş ve eseri Batı musikisi dinlemiş kimselerin zevkine de seslenebilecek bir tarzda çalmıştır.

Sayıca fazla olmamakla birlikte, peşrevleri, saz semaileri, oyun havalan, saz eserleri repertuarının vazgeçilmez parçalarıdır. Şeddiaraban, mahur, ferahfeza, kürdilihicazkâr, muhayyer, hicazkâr, ısfahan peşrevleri ile, şeddiaraban, ferahfeza, suzidilârâ, hicazkâr, muhayyer, ısfahan saz semaileri büyük zevk ürünü eserlerdir. Saz eserlerinde Emin Ağa ile başlayan yenilikçi çizgi, Cemil Bey’de doruk noktasına ulaşır. Şarkı da bestelemiştir, ama şarkıları saz eserleri düzeyinde değildir.

Cemil Bey’in bütün gücünü saz musikisine vermesinin özel bir önemi vardır. Türk musikisi daha çok sözlü eserlere dayanan bir musikidir; saz musikisi genellikle ihmal edildiği için, hep ikinci planda düşünülmüş, bu ihmal Cemil Bey’e Kadar sürmüştür. Günümüzde, geleneksel Türk musikisinin çalgı (enstrumental) musikisine yönelmesi volunda çaba harcanmaktadır. Saz musikisinin ihmale uğraması halinde musikinin gelişemeyeceğini kavrayan Cemil’in bu ileri görüşlülüğü onu çalgı musikisinin öncüsü durumuna getirir.

Halk musikisine duyduğu sevgi, üzerinde durulması gereken başka bir yönüdür. O dönemde, folklor Batıda henüz doğuş halinde olan, Türkiye’de ise adı duyulmamış bir bilgi dalıydı. Üstelik, halk musikisi, geleneksel sanat musikisinin yanında ciddiye alınmayan bir musiki türüydü. Buna karşılık, başkent İstanbul o yıllarda imparatorluğun üç kıtaya açılan sınır bölgelerinden gelmiş halkla dolu olduğu için, çok zengin bir türkü dağarcığı ağızlarda dolaşıyordu. Cemil Bey halk musikisini çok sevmiştir. Zaman zaman halktan kişiler arasına karışır, onlardan türküler, halk havaları dinlerdi. Halk musikisi sevgisi onun bazı taksimleriyle oyun havalarına sinmiştir. Bu yönüyle folklorculuğun Türkiye’de ilk habercilerinden biridir. Yaylı tambur ve kemençe ile hüseyni taksimler, tamburla kürdî, gülizar taksimler, “çoban taksimi”, “Çeçen kızı” oyun havası, halk musikisi üslubundadır.

Batı musikisine de ciddi bir ilgi duymuştur. Batı musikisinin tona! yapısıyla Türk musikisinin makam yapısını karşılaştıran, Rehber-i Musiki adlı bir kitap yazmıştır; bu eser, bugün için pek önemli olmamakla birlikte, eski “edvar” kitapları göz önüne alınmazsa, Türk musikisinin sistemine ilk kuramsal yaklaşım denemelerinden biridir. Mozart, Chopin gibi bestecilerin biyografilerini okumuştur. Saray çevresindeki dostları aracılığıyla Godovski, Hegei gibi o dönemin ünlü piyanistleriyle tanışmış, Hegei’nin piyanosundan Chopin’i dinlemiştir. Özellikle olgunluk çağında, eline geçen Batı musikisi parçalarının notalarını inceler, onların verdiği esinle taksimlerinde değişik melodiler düzenlemeyi denerdi. Bazı taksimlerinde, saz eserlerinde bir “armoni” yakalamaya çalıştığı bölümler vardır.

Onun döneminde, Tanzimat’tan sonra yayılmaya başlayan Batı musikisinin yanında, geleneksel Türk musikisi de köklü bir sanat olarak birçok bestecisi ve icracısıyla gücünü büyük ölçüde koruyordu. Batı musikisi esintilerinin Türk musikisindeki izleri bu süreç içinde görülür. Gene aynı dönemde, klasik üsluba bağlı besteciler eser vermeye devam ederken. Hacı Arif Bey’le başlayan, klasik üsluptan ayrılarak, Türk musikisine özgü bir “romantizm”e yönelen “şarkı besteciliği”de gitgide gelişir. Bu geçiş döneminin özellikleri Cemil Bey’in üslubuna yansımıştır. Klasik üslubu sürdüren musikinin, Tanzimat sonrasındaki romantik musikinin, halk musikisinin ve Batı musikisinin karşıt etkilerini kişiliğinin potasında eriterek özgül bir senteze vardığı söylenebilir. O zamana kadar hiçbir sanatçıda görülmeyen, yepyeni öğelerden kurulu musiki cümleleriyle ve büyük bir teknik ustalıkla çeşitli sazlar üzerinde yarattığı musiki böyle bir dönemin ilginç bir ürünüdür.

Tamburi Cemil Bey Cemil musiki konularında gazetelere yazılar da yazdı. Sabah gazetesinde Rauf Yekta Bey’le kalem tartışmalarına girdi. Bir musiki sözlüğü ile bir kemençe metodu yazmaya başladı, ama yarım bıraktı. Rehber-i Musiki adlı eseri iki kez basıldı.

En ilkel kayıt tekniğinin ürünü olan, ancak bir adet üretilebilen kovanlarının çoğunun kaybolduğu tahmin edilmektedir; bazıları özel ellerdedir. Taş plaklarını kapsayan en geniş koleksiyonu Neyzen Niyazi Sayın’dadır. Bazı plaklarda, Udi Nevres, Şehzade Ziyaeddin, Kadı Fuat Efendi, Neyzen Rıza Bey gibi saz sanatçıları ile Hafız Osman, Hafız Aşir gibi ünlü gazelhanlar Cemil Bey’e eşlik etmişlerdir.

Tamburi Cemil Bey Eserleri: 

Kitap:

  1. Rehber-i Musiki, 1901. 

Taksim:

  1. Tambur, yaylı tambur, kemençe, alto kemençe, lavta ve viyolonselle 100’den fazla taksim (taş plak). 

Bestelediği saz eserleri: 

  1. Şeddiaraban, ferahfeza, muhayyer, mahur, hicazkâr, kürdilihicazkâr, ısfahan, neva peşrevleri; 
  2. Şeddiaraban, ferahfeza, muhayyer, hicazkâr, ısfahan, bestenigâr, suzidilârâ saz semaileri; 
  3. Hüseyni oyun havası (“Çeçen kızı”), nihavent sirto, nikriz zeybek. 

İcra ettiği besteler: 

  1. Tambur, kemençe ve alto kemençe ile çaldığı 40’tan fazla peşrev, saz semaisi, oyun havası, şarkı (taş plak). 

Şarkı: 

  1. Hicaz (5 tane), 
  2. Şehnaz (2 tane), 
  3. Eve, 
  4. Ferahnak, 
  5. Hüseyni, 
  6. Hüzzam, 
  7. Mahur, 
  8. Kürdilihicazkâr, 
  9. Muhayyer, 
  10. 10.Nihavent, 
  11. 11.Şevkefza şarkılar (16 şarkı). 

Çeşitli: 

  1. Hümayun ninni, 
  2. Rast ninni.

Kaynak: Türk ve Dünya Ünlüleri Ansiklopedisi, Cilt 24, Anadolu yayıncılık.

Yorumlar kapalı.