Patristik Felsefenin İlk Dönemi ve Altın Çağı: Gerçekten de Patristik felsefenin 1. yüzyılla 2. yüzyıl arasında kalan dönemi, daha çok Hıristiyan filozofların Hıristiyan inancını pagan felsefe ve putperest saldırılar karşısında savunma ve Gnostiklerin felsefi spekülasyonlarına karşı koyma çabalarından oluşur. Bunlardan ortodoks Hıristiyanlık için önemli bir tehlike meydana getiren gnostisizm, Hıristiyanlığın kutsal kitabıyla Yunanlı ve Doğulu inanç ve düşünüşlerin garip bir karışımını gerçekleştirerek, inancın yerine gnosis ya da ezoterik bir bilgiyi geçirmiş, belli bir Tanrı, yaradılış ve kurtuluş öğretisiyle kötülük problemine ilişkin bir açıklama ortaya koyarken, bazen nihilizmin, bazen de çileciliğin savunuculuğunu yapmıştı. Başka bir deyişle, kadın ve erkeklerin kendilerinde ilahi bir kıvılcım taşıdıklarını fakat onların kaderin, doğum ve ölümün hüküm sürdüğü bir dünyaya düşmüş olduklarını, insanlardaki bu kıvılcımın ezoterik bir bilgi sayesinde yeniden canlandırılacağını ve böylelikle de insanın Tanrıya yeniden ulaşacağını savunan gnostikler, önemli bir kollarını meydana getiren Manişeistler gibi, Tanrı ile maddenin belirlediği bir düalizmin savunuculuğunu yapmışlardı. Gnostikler söz konusu düalizmin bir sonucu olarak, Tanrıyı yüceltirken, maddeyi ve insan bedenini kötülemişler, Tanrı ile madde arasında oluşan büyük boşluğu Tanrıdan başlayıp maddeye dek uzanan bir dizi türümle kapatmaya çalışmışlardı. Türüm süreci, Gnostiklerin sisteminde, Tanrıya dönüşle belirlenen bir kurtuluş yoluyla tamamlanmaktaydı. Kilise Babaları, daha ilk dönemden başlayarak, Hıristiyanlığa yöneltilen saldırıları savuşturmak yanında, bir tür sapkınlık olarak değerlendirdikleri bu gnostisizme ve gnostisizmin temelinde yer aldıklarına inandıkları Antik Yunan felsefesine ve hatta pagan mitolojisine şiddetle karşı çıkıp eleştiri yöneltmişler ve bu eleştiri çerçevesinde, Hıristiyan inancının üstünlüğünü savunan denemeler kaleme almışlardır. Söz konusu baba ya da filozoflar, genel olarak felsefe karşısında dini, daha özel olarak da pagan filozoflar karşısında Hıristiyan inancını savundukları için apolojistler olarak bilinirler.
Apolojistlerin önemi Hıristiyan kültüre felsefeyi sokmuş ve Hıristiyan düşüncesini belli ölçüler içinde şekillendirmiş olmalarından kaynaklanır. Zira söz konusu apolojistlerin Greko-Romen düşünceye yönelik eleştirileri, bu filozofları sadece klasik felsefeyi enine boyuna öğrenmek zorunda bırakmamış fakat aynı zamanda onları antik felsefenin söylem tarzlarıyla temel aksiyomlarını kullanmak zorunda bırakmıştır. Onlar karşıtlarının kendilerine yönelik saldırılarında, kullanacak başka araç olmadığı için paradoksal olarak karşıtlarının silahlarını kullanmak durumunda kalmışlardır. Felsefi düşüncenin gelişimine katkıda bulunmuş, hatta ivme kazandırmış olan bu apolojistlerin istisnasız hepsi, paganizmin karanlık olduğu yerde Hıristiyanlığın ışık, paganizmin zayıflık ve zavallılık olduğu yerde Hıristiyanlığın kudret olduğunu, sadece Hıristiyan dininin günahın kölesi olan insanı özgür bir manevi varlık haline dönüştürme gücüne sahip bulunduğunu göstermeyi görev bilmişti. Söz konusu Kilise Babaları ya da apolojistler klasik felsefe karşısında birbirine karşıt iki ayrı tavır içinde oldular.
Bunlardan birincisi Aziz Justin ve Athenagoras gibi filozofların felsefe karşısındaki olumlu, Hıristiyan öğretiyle felsefi görüşler arasında bir uyuşma veya yakınlık gören, dolayısıyla imanın anlaşılır kılınmasında, dini öğretinin serimlenmesinde felsefeden yararlanılabileceğini dile getiren tavrıdır. Diğeri ise Tatianos ve Tertullianos gibi Babaların felsefe karşısındaki, iman ile aklı birbirlerine düşman gören, olumsuz tavrıdır. Bu tavırlardan son çözümlemede baskın çıkan, elbette birincisi olmuştur.
Patristik Felsefenin Altın Çağı
Patristik felsefenin ikinci dönemi, özellikle Clement, Origenes ve Aziz Augustinus’un felsefeleriyle seçkinleşmiştir. Patristik felsefenin altın çağı olarak bilinen bu dönemin en önemli özelliği, söz konusu dönemde Yunan felsefesiyle Hıristiyanlık arasındaki karşıtlığın en aza indirgenmiş olmasıdır. Başka bir deyişle, Patristik felsefenin bu ikinci dönemi Yunan felsefesiyle, özellikle de Helenistik felsefeyle Hıristiyanlık arasındaki ciddi yakınlaşma, hatta uzlaşma ve etkileşim dönemine tekabül eder. Yaklaşık 250 yıl süren bu dönemde, Hıristiyan Kilise Babaları Yunan felsefesinden, o en kötü eller tarafından kullanıldığı zaman bile zarar gelmeyeceğini, tam tersine bu felsefenin Hıristiyan inancını açıklayıp temellendirme faaliyetinde çok yararlı olacağını anlamış ve Hıristiyanlığın dogmalarını Yunan düşüncesinin terminoloji ve kavramsal çerçevesiyle ifade etmeye başlamışlardır. Bu dönemin en önemli filozofu olan Aziz Augustinus’un kendisine Plotinos yoluyla intikal eden Platonik geleneği temele almasından da belli olduğu gibi, Hıristiyan Ortaçağ felsefesine damgasını vuran Yunan filozofu, Hıristiyanların İslam filozoflarından Aristoteles felsefesini öğrendikleri 12. yüzyıla kadar, Platon olmuştur.
Kaynak: Felsefe Tarihi, Ahmet Cevizci
Yorumlar kapalı.