Mustafa Suphi kimdir? Hayatı ve eserleri hakkında bilgi: Samsun’da doğdu (1883). Yükseköğrenimini Hukuk Mektebi’nde tamamladı. İki yıl Paris’te L’Ecole Libre des Sciences Politique’de toplumbilim öğrenimini yaptı. II. Meşrutiyet ilanında ülkeye dönünce İstanbul Yüksek Ticaret ve Tarım Enstitüsü’nde ekonomi politik okuttu. “Ifham” gazetesi ve yayımlarını yönetti. Ulusal anayasacılar adlı bir topluluk kurdu (1912). Mahmut Şevket Paşa’nın öldürülmesi olayını kendilerine muhalif olan yazar ve sanatçıları susturma vesilesi olarak kullanan “ittihat ve Terakki” iktidarınca Sinop’a sürüldü (1913). Oradan Rusya’ya kaçtı (1914). Tutuklanarak Ural’a gönderildi. O tarihte gizli olarak çalışan Bolşevik Partisi’ne bağlı örgütlere katıldı (1915). Partinin iktidarı almasından sonra “Yeni Dünya” (1918) gazetesini çıkardı ve Moskova’da ilk Türk Sol Sosyalistleri Kurultayı’nın toplanmasını sağladı. Daha sonra yerleştiği Bakü’de toplanan Şark Milletleri Kurultayı (1 Eylül 1920) başkanlık divanına seçildi. Bu kurultaydan hemen sonra Türkiye Komünist Partisi’nin kuruluş kongresine başkanlık etti. Ulusal Kurtuluş Savaşını destekleme amacıyla Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin izniyle Ankara’da görüşmeler yapmak üzere Türkiye’ye geldiğinde, Erzurum’da Muhafaza-i Mukaddesat Cemiyeti’nce düzenlenen karşı gösteriler nedeniyle şehre girmeyerek Trabzon’a gitmek zorunda kaldı. Burada da benzer durumla karşılaşılması üzerine vali tarafından temin edilen bir tekneyle, denize açıldılar. Nedir ki arkalarından gönderilen başka bir teknede hazırlanmış silahlı kişiler vardı. Bunlar Sürmene açıklarında partili arkadaşlarıyla birlikte Mustafa Suphi’yi öldürdüler (1921 Ocak).
- Meşrutiyetin ilk yıllarında, Tanin, Servet-i Fünun, içtihat, Hak dergi ve gazetelerinde yazan Mustafa Suphi, Türkiye’de toplumbilimin önemi üzerinde duran ilk yazarlardan biri olarak kabul edilmiştir. Durkheim’ci bir sosyolog olarak tanınan Celestin Bougle’den (1870-1940) çevirdiği “İlm-i İçtimaî Nedir?”, bu alandaki ilk yapıtlardan biridir. Toplumbilimin işlevlerini belirttiği bu kitabın önyazısı, “Vazife-i Temdin” (1911) ve “içtihat” dergisinde (sayı 118-120) yayımladığı -çağdaş batı felsefesi üzerinde ilk ciddi çalışma ürünü sayılan- makaleleri Mustafa Suphi’yi sosyalizm aşamasına varmadığı 1908-1914 yıllarında da öncü bir düşün adamı olarak göstermektedir.
Türkiye’de Çağdaş Düşünce Tarihi adlı yapıtında Ord. Prof. Hilmi Ziya Ülken, yaşamının bu evresindeki çalışmalarını söz konusu ederken şöyle yazıyor:
“İçtihat’ta yayımladığı Descartes, Harvey gibi makaleler çağdaş batı felsefesine ait ilk ciddî çalışma mahsulü idi. Darvinizm ve Lamarkizm adlı küçük kitapları bu iki fikir akımına dair sağlam bilgi veriyor. ‘Sosyoloji’ adlı kitabında içtimai şekillerin doğuş sebeplerinden, evriminden, sosyolojinin başka ilimlerle farkından, metotlarından bahsediyor. Dikkate değer nokta, bu küçük kitapta yazarın Fransız Sosyoloji Okulu’nu pek açık bir dille vazih olarak anlattığı gibi, ilk defa ‘İlm-i içtimai’ terimini bırakarak ‘sosyoloji’ kelimesini kullanmasıdır.” (sf. 490)
Yine aynı yıllarda, “Türklük”, “milletin birliği”, “sınıflar”, “tarım, endüstri, ticaret” sorunlarını araştırdığı yazılarında Mustafa Suphi’nin 1. Dünya Savaşı’ndan önce Turancı düşünürlerin karşısında olduğu görülür. Asya’daki Türklerin Türklüklerinin ulusal değil, ırksal olduğunu ileri sürerek dil, dilek, sancak birliğinden yoksun olduklarını belirtir. Osmanlılıkta ise Türklük, “o görkemli fetihler içinde acı yorgunluklara uğramıştır.” O halde ki, Türklük şimdiki Osmanlı ortamında, tam anlamıyla kişiliği fark edilmiş değildir. Bu nedenle “Türklük, Türkün doğal kişiliğini duymasiyle başlayarak, yaşam ve çevredeki eylemleri o yüce duygu ile ilgili bir öze indirgemeye çalışmasıdır ki, bu durum, Türk milliyetinin yeni bir gelişme dönemine girmesi demek” olacaktır.
Mustafa Suphi, “milletin birliği” sorununa ilişkin görüşlerini açıklarken, geleneklerin, duyguların, edebiyatın Osmanlı Türklerinde, “milliyetten çok, milletlerarası ve Osmanlılık hesabına işlediği” kanısını ileri sürer ve şöyle yazar:
Gelenekler, duygu ve edebiyatımız Rum’dan, Acem’den, Arap’tan, şüphesiz verdiğinden çok fazla almıştır. Anadolu’da Türk Tarihi, tarih gelenekleri kısmen topraklara göçmüş ve kısmen yüzyılların saldırılarına karşı yeşil yosunlar ve kara paslarla örtünen mezar taşlarında, çeşme, tekke ve cami kitabelerinde saklı duruyor. Millî duygu ve edebiyat ise, altın renkli dağlarda, değerli madenlerin yüzyıllık hayatından haber veren parlak damarlar ve bazı taşlar gibi esrarlıdır. Namık Kemal’in diliyle söyleyelim: “Edebiyatın millî bağlılığa ait hizmetinden o kadar yoksunuz ki, Arap dilinin yaygın olduğu yerlerde, Yunanca gibi zamanın bütün bilimiyle güç bulmuş bir dili açıkça yok etmişken Türkçemiz henüz alfabesi bile olmayan Arnavut ve Laz dillerini bile unutturamamıştır. Edebî ilişkilerin yokluğu dolayısıyle örneğin, bir Buharalı Türkçe söylediği halde, buradaki Türkler içinde, bir Fransız kadar dilinden anlayacak âşinâ bulunmaz.
Yeni Dünya’daki yazılarında genellikle, “Kurtuluş Savaşının amacı, utopizm dönemini atlatıp” “bir devri hakikiye girme istidadındaki sosyalizmin” savaş karşısındaki tutumu ve örgütlenme sorunlarına değinen Mustafa Suphi, “Saltanattan Sonra” adlı makalesinde Anadolu’da Türk Sultanlığının, ya da herhangi bir ülkede herhangi bir imparatorluğun yeniden kurulması olanağı olmadığını belirtir. Çünkü I. Dünya Savaşından sonra padişah ve imparatorların kan deryasına yuvarlanan taçlarını yerden kaldırıp başlarına takacak cüretli madrabazlar meydana çıkamamakta, koşullar bir vakitler Avrupa ve Asya’yı parmaklarında halka gibi çeviren mareşalları ve kahraman paşaları toplum dışına itmektedir. Yıkılan zalim saltanatların harabeleri üstünde emperyalizme karşı dövüşen “amele, rençber ve askerlerden mürekkep milyonluk kitleler” kişiliklerini bulmuşlar, ayaklanıp kendilerini göstermişlerdir.
Türkiye’de de halk, yalnız İngiliz, Fransız, Yunan yağmacılarına değil, âşara, haksız vergiye, zulme, faiz ve temettü diye köylünün ocağına el uzatan hırsızlığa da karşıdır. Bu nedenle Anadolu’da Avrupa ve İstanbul haydutlarıyla çarpışan halk, savaş sonunda hükümetlerin eski müstebit ağa ve paşalardan oluşmasını hoş karşılamayacaktır.
Kurtuluş Savaşını ölüm kalım savaşı olarak niteleyen Mustafa Suphi, halkı, yerli yabancı, Müslüman, Hıristiyan ayrımı yapmadan sömürgecilerle ve onların yerli ortaklarıyla mücadeleye çağırırken öğretinin temel amaçlarını kitlelere yaymaya çalışır. Hayata geçmesi için savaştığı bu temel düşün ve amaç, “egemenliğin dövüşen emekçi halkın katılmasıyla kurulacağı” biçimindedir.
KAYNAKLAR: Hilmi Ziya Ülken, Türkiye’de Çağdaş Düşünce Tarihi (1966); Mete Tunçay, Türkiye’de Sol Akımlar (2. bas. 1967); Yeni Ufuklar dergisi (Kasım 1974); Hulki Aktunç, Türkiye Defteri dergisi (Temmuz 1974); Mustafa Suphi, Kavgası ve Düşünceleri (Brüksel, 1974).
Kaynak: Çağdaş Türk Edebiyatı , Meşrutiyet Dönemi 2, Şükran KURDAKUL, 1994, Evrensel Basım Yayın.
Yorumlar kapalı.