Erdem Bayazıt kimdir? Hayatı ve eserleri

kihaes 12/11/2014 0

Erdem Bayazıt kimdir? Hayatı ve eserleri: 1939’da Maraş’ta doğan Erdem Bayazıt bir süre Hukuk fakültelerine devam et­ti. 1963’te öğrenimine ara vererek askere gitti. Askerlik dönüşü yüksek öğrenimi­ni Dil ve Tarih – Coğrafya Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nde tamamla­dı (1971). Edebiyat öğretmenliği, kütüphane müdürlüğü yaptı. Sanayi Bakanlığı İnsan Gücü Eğitim Dairesi Başkan Yardımcısı iken bu görevinden istifa ile ayrı­larak Akabe Yayınları’nın ve Mavera dergisi’nin yönetimini üstlendi.

Devlet Plânlama Teşkilâtı’nda sözleşmeli olarak çalıştığı sırada 30 Kasım 1987 seçimlerinde Kahramanmaraş’tan milletvekili seçilerek T.B.M.M. ne girdi.

Erdem Bayazıt, Sovyet işgali günlerinde Kabil’e yaptığı bir seyahatin izlenimlerini İpek Yolu’nda Afganistan (1981) adıyla yayımlamıştır.

İlk şiir kitabı Sebeb Ey (1972), ikinci şiir kitabı “Risaleler” (1987)dir. Son şiir kitabı ise Gelecek Zaman Risalesi (1999)’dir.

Kendi ifadesiyle;

“Tok, kavgacı, destansı bir üslûpla söylenmiş şiirlerinde ayrıca lirik duygular işlenmiştir. İslâmî duyarlık bir “leit-motiv” halinde bütün şiirlerine yayılmıştır.

1975’lerde Erdem Bayazıt için şunları yazmışız:

“Bir genç adam için şehrin ıstırabını, bozulmuş törenin, inançsızlığın, fazilet­sizliğin tepkilerini, alışılmış düzenden yılgınlığı ve isyanı ve İslâm’da kurtuluşun güzelliğini, maddeden ruha kaçışı, şehirden köye, kasabaya kaçışı ısrarla anlatan şiirler yazmıştır.”

Kendisi bir ankete cevabında (12 Mart 1989) şiir hakkında şu görüşleri ileri sü­rüyor. Bilhassa şu ikinci bölümdeki sözlerinde istediği şiiri ve kendi şiirinin he­deflerini de açıklamış oluyor:

“1- Şiirsiz bir toplum düşünülemez. Şiir; insanoğlunun asla kapatılması müm­kün olmayan özgürlük penceresidir. İnsanı yerin yedi kat altındaki zindana atsa­nız da, onun özgürlüğe açılan şiir penceresini kapatamazsınız. İnsan, ufku şiirle gözlüyor, aklın ötesine şiirle geçiyor. Normal lisanla anlatamadığı duygularını di­ğer insanlarla “şiir diliyle” paylaşıyor. Bilinmezliği şiirle kurcalıyor. Demire şekil vermek için onu tav fırınlarına sokuyoruz. Bir toplum da daha çok şiirin; daha ge­niş deyimiyle san’atın, şiirsel fırınlarında form kazanıyor, şekilleniyor. İbdâ imkâ­nı buluyor. Daha doğrusu ibdâ kapılarını zorluyor.”

“2- Şiirin kaynağı bitmez tükenmez derinlerdedir. Yeraltı denizleri gibi derin­lerdedir. Cinsel ilişkide değil aşktadır. Midede değil ruhtadır, mezarların ötesin­dedir. Akılda değil, aklın üstündedir. Cengiz Han’ın ihtirasında değil, Fatih Sul­tan Mehmet Han’ın ülküsündedir. Filozofların fantezilerinde değil, Allah Elçileri­nin haber verdiklerindedir. Teoride değil dindedir. Güncelde değil tarihtedir… Şa­iri besleyen damar yüzeyselse, bir başka deyişle, günümüzün şairi toplumu ürper­tecek nefesten yoksunsa, yani sizin deyiminizle şiirsiz bir toplum oluşmuşsa, bunda da yüzeysel sularla beslenmeye çalışan şairlerin elbette bir payı vardır.”

İki Şiirinin Tahlili

Erdem Bayazıt, verimli bir şair değildir. İlk kitabı (adını Fethi Gemuhluoğlu’nun annesinden naklettiği bir ünlemden alan) “Sebeb Ey” 1972’de yayımlan­mıştır. Risaleler ise 1987’de tam on beş yıl aradan sonra çıkmıştır. Risaleler’den sonra ise, dergilerde çok az şiiri görünüyor. Bu sebeple ona “yitik şairlerden” di­yenler olmuş (Ayane, Mayıs 1989) Yine 1984’te, yani “Risaleler” çıkmadan önce “Gurbet Edebiyat Dergisi” (Şubat 1984, Konya, sayı 8) ona:

“Şiirinizde bir durgunluk gözlemekteyiz. Bu bizde, sizin şiiri bıraktığınız inti­hasını uyandırdı” diye soruyor. Erdem Bayazıt şu cevabı veriyor

“- Şiiri bıraktığımı söyleyemem, belki şiir beni bırakıyor. “Risaleler”i tamam­layamadım. “Hayat” ve “Ölüm ” Risalelerini yıllardır içimde taşıyorum…

(Erdem Bayazıt, şiiri ağır ve zor yazdığını, daha doğrusu içinde iyice biriktirdikten sonra, bazen bir gecede kâğıda dökebileceğini açıklayarak, şöyle devam ediyor:) Yeni şiirler yazabilecek miyim? Bu, benim de merak ettiğim bir husus. Bildiğim, içimde kâğıda dökülmemiş şiirler olduğu…”

Bu durumda; mevcut iki kitabındaki şiirler üzerinde duracağız. Ayrıca “Sebeb Ey” dekilerle “Risaleler”deki şiirlerinin birbirinden az çok farklı olduğunu göre­ceğiz. İşte ilk kitabına adını veren şiiri:

SEBEB EY – Erdem Bayazıt

Ürperir tabiat üfleyince rüzgârı derin gök soluğu Ulu ses dokununca çarka Düşer ölümün gölgesi eşyaya

Başlar eşyada hareket kurtulmak için kendinden Daha öteye geçmek için arınmak gibi elbiseden Yakalar ölümsüzlüğün sonsuz ipini Sonra ses olur

Zamanın idrâk incisi ses döner döner döner de Yönelir sebebe Sebeb ey

Sesi damarla çizer

Mutlak sözü damarda kanla çizer

Uzar bir göz ağrısının gecesi uçsuz bir nehir gibi

Bir bebeğin ilk hecesi düşer ağzından ansızın ve bulur

Aklı yontan o sonsuz sesi bulur

Sonra toprak sıkışır sıkışır taşar da renk olur tarlada

Güneşin çarpılmış elçisi Van Gogh’la gelir önümüze

Portakalla yayılır karanfilde tutuşur karar kılar denizde

Renk denizde karar kılan ebedî tarla olur

Renk başkaldırırken helezonlar çizerken ses

Som fatih su fetheder tabiatı

Döner döner döğünür eritir dağlan yobaz kayaları

Daha da sığmaz kabına yönelir göğe teslim olur

Ve düşerken toprağa çağırır

Sebeb ey

Her sabah bütün bitkiler iştahlı bir çocuktur

Emer emer emerler toprak anayı

O sultan hâzinesi o hep veren sonsuz cömert anayı

Yeşil hayat kırmızı hareket san sabır emerler

Ve beyaz iman çizer sesini

Tamamlar kavsini

Sebeb ey

(Sebeb Ey, s. 23-25)

Burada dinî-metafizlik derinlikte güzel bir şiirle başbaşayız. Allah’la tabiat ve dolayısıyla insan ilişkilerinin, şairane dille, güçlü mecazlarla, ama anlaşılır (an­lamsız olmayan) mısralarla ele alındığı bu şiirde, mısra mısra ahenge ve ortala­ma sade bir dile de rastlıyoruz. Kendi deyişiyle “Hayatın sırrını idrakte ve çöz­mekte ortak bir dil aramış” ve onunla yazmıştır.

“Sebeb Ey” de özetlenen dünya görüşü, bir bakıma, şairce anlatılan kendi inancıdır, bir bakıma Tanrı gücünün, tabiattaki her unsur üzerinde “ilk sebep ve tek sebep” olarak işaretlenmesidir. Onun içindir ki, şiirin her bendi “Sebeb ey” diye sona ermektedir. Bu, bir anlamda, Erdem Bayazıt ’ın “tasavvuf’ telakkisi de sayılabi­lir. Nitekim, tasavvuftan sık bahseden şair, bu konudaki bir soruya da şu cevabı vermektedir:

“Tasavvuf şiirine gelince: Tasavvuf bir tür “hâl” ilmidir yaşanarak girilir içi­ne… Hâl şiirinin saf şiirin en iyi örnekleri şüphesiz Yunus Emre’nin şiirleridir… ” (Gurbet Edebiyat, sayı 8, Şubat 1984)

İlk mısradan itibaren, akış halinde Tanrı, tabiat, eşya ilgileri… Birinden emir “Üfleyince gök soluğu”, ötekilerden “itaat” şeklinde başlıyor.

“Ölümün gölgesi eşyaya düşünce” “Eşya kendinden kurtulmak için harekete geçiyor. Zamanın idrak incisi olan ses” “Sebeb” olan Allah’a yöneliyor.

Sonra dönüşümler (metamorfoz) ele alınıyor. Hayat ölüme, ölüm yeni hayata… Sıkışan toprak renge… renk ise ebedî ve sonsuz bir tarla halinde denize değişiyor:

Rengârenk hayat başkaldırır, ses yüksek perdeden helezonlar çizer… Yobaz kayaları eritir… tam dahasını isterken, en kabına sığmaz halinde göğe teslim olur, toprağa düşerken “Sebeb ey!” bağırır.

Son kıt’ada, mutasavvıfların “kavs-i huruç, kavs-i nüzûl” dedikleri çıkış ve iniş kavisleri hâlinde tam daire vardır.

Hayatı bitkiler emzirir… Hayatın başında yaşama iştihası… Toprak, cömert ana, çıkış ve iniş halinde insandan hiçbir şeyi esirgemez. Şairin kavramlara ver­diği sıfatlar, güçlüdür: Hayat, yeşil; hareket, kırmızı; sabır, san, iman ise beyazdır. Derken imân, kavsini tamamlayarak büyük SEBEB’e varır.

Sebeb Ey kitabında yumuşak sesli ve mecaz yüklü olmakla beraber isyan şiir­leri de baş yeri tutmaktadır: Yabancılaşmaya isyan, din ve töre bozgunculuğundan nefret: “Elbet kıracağım bir gün bu ihanet kelepçesini” gibi mısralarda odaklaş­maktadır.

Risaleler’de daha açık bir “toplumcu” olarak görünen Erdem Bayazıt, Sebeb Ey’de de kurtarıcı İslâmlık adına, zulüm gören ve haksızlığa uğratılan başta İs­lâm ülkeleri (Azerbaycan, Afganistan) bütün insanlığın davacısıdır. İşkenceye, haram yemeğe, vicdansızlığa karşı da büyük mücadelenin sözcüsüdür. “Sürüp ge­len çağlardan” adlı şiirine bu açıdan bakalım.

“Yeryüzü bana mescid kılındı And verdim toprak şahit tutuldu Her sabah, her öğle, her akşam İkindiyle yıkanarak yatsıyla donanarak

Geldim durdum önünde işte bir anıt gibi Sıyırarak sırtımdan bir yılan giysisini.

Bir yabancı fırtınaya tutulan yapraklarım Kudüs’te, Mescid-i Aksa’da Belki bir Batı karanlığında Topkapı’da Yangına uğramışsa

Duymaz olmuşsa kulaklarım göklerin muştu sesini

Elbet kıracağım bir gün ihanet kelepçesini

Çün defterler açılıp hesaplar soruldukta Yetimin hakkı soruldukta yoksulun hakkı soruldukta Milletim omuz omuza verip Kıyama duruldukta

Gündüzler nasıl beklerse gecenin bitmesini Sabırla söküyorum bu tarih gecesini

Yüreğim usul usul vuruyor Kafkasyalım

Namludan yeni çıkmış sıcacık bir kurşun gibi

Dağlılar dağlar gibi ormanlar ordu gibi ağaçlar asker gibi

Bir Şimal rüzgârı değil bir Şâmil fırtınası

Tutsaklık fırtınası değil bir zafer coğrafyası

Can pazarında Azerbaycan’da

Bir türkü işliyor nakışını kalbimin üstüne

“Kurban olam ayma ayma yıldızına”

Bir ucundan dünyanın öbür ucuna Kan olup dolaşan damarlarımda Arabistan’da Pakistan’da Türkistan’da

(Sürüp Gelen Çağlardan, s. 31)

Sebeb Ey’de büyük şehrin, yapmacık, tabiatsız, ağaçsız, samimiyetsiz, beton ortamından kaçış, Allah’a, dostluğa, köye tabiata sığmış şiirlerinin çok bulundu­ğunu, bunun Risâleler’de daha açık anlatımla devam ettiğini biliyoruz. Bu şiirler­de kalabalığın beylik ve basit kanaatlerinden, resmîleşmiş ideoloji ve sloganlar­dan, halkımıza, okullarımıza zorla kabul ettirilen basmakalıp umdelerden açıkça bir nefret, şiirlerinin alt duygu yapısını teşkil etmektedir. Şu iki küçük şiir, Baya- zıt’ın şehir, inanç, töre bunalımını güzel anlatıyor:

VEDA ÇİZGİSİ – Erdem Bayazıt

Kalabalık toplanıyor büyük meydanlara

  • Aşka veda

İnsanlar geçiyorlar yollardan

  • İnanca veda

Şehir kapanıyor içine

  • Toprağa veda

Dolaşıyor bir heykelin taştan eli üstlerine insanların Kuşlar göç ediyorlar, bulutlar göç ediyorlar “Yüzünde son gülümseme kaybolurken çocukların”

İnsana veda.

(Sebeb Ey, s. 13)

VEDA – Erdem Bayazıt

Bu şehirden gidiyorum Gözleri kör olmuş kırlangıçlar gibi Gururu yıkılmış soy atlar gibi Bu şehirden gidiyorum

İnsanlar taş gibi bana yabancı Ağaçlar bensiz hüküm giyecek bulvarda Bir tambur bir yalnızlığı anlatıyorsa O ışıksız pencereden Ben onu duymuyor gibiyim Bir ağaç ölüyorsa kapımızın önünde Ben onu bile duymuyor gibiyim.

Bu şehirden gidiyorum.

Gömerek geceyi içime Sabahın hüznünü beklemeden Gidiyorum bu şehirden

(Sebeb Ey, s. 59)

“Risaleler” kitabında Erdem Bayazıt ’ın, daha açık bir “dava şiirine” yöneldiği, daha didaktik ve sınırlı bir havaya büründüğü söylenmiştir. Zarifoğlu’nun mecaz dolu, İkinci Yeni’ye yatkın “İslâmî simgeciliği”nden biraz daha uzaklaşmış olan bu tarz, “İslâmî akım” çevresinden de bazı tenkidçilerce beğenilmiş, bazılarınca, şiirden uzaklaşma sayılmıştır. Beğenenlerin görüşünü açıklaması bakımından aylık dergi (temmuz, ağustos, eylül 1982/sayfa 28) de “Risaleler” için çıkmış bir yazıyı aynen aktarıyorum:

“Erdem Bayazıt : “Bir adam belki de en çok bir rüzgardır şimdi/ Sisli yabancı gölge gibi gezgin bir rüzgâr” Sebeb E/li şairimiz. Ustamız.

Artık destansı şiirler yazıyor Bayazıt, net şiirler yazıyor. Molozsuz yani, şiirle­rinde; çoğunluk kendi anlamlarıyla vardır kelimeler. Kimi sembolik anlamlar yüklemez kelimelerine.

Tabiat Risalesi’nde, şehrin ve siyasanın itliği karşısında”, bir karşı güç olarak tabiat vardır. Tabiatta gezinir şair.

“O çınar, o cami çınarlı cami suyun tadına vardığımız şadırvan”, yine sığınıla­cak bir yerdir, ama çocuklukta kalmıştır. Ulaşılamaz artık. Zaten, sığınılacak ne bir şadırvan, ne de cami avlusu kalmıştır. Onlarda sığınılmayı gerektiren güzel­likler kalmamıştır. Ve hatta ovada da durulmaz. Her taraf insandır. İkide bir; “Biz gene dağlara dönelim”, yinelemeleriyle, insan tabiata çekilmek istenir. Onu çeki­ci de kılar şair. Bir taraftan, tabiatın tüm vahşiliği sergilenirken, bir yandan da dağdaki ramazan akşamlarına yer verilir. Kapılırsınız.

Aşk Risalesi’nde, aşksız insanlar, şu her gün yan sürtünerek, yan birbirine ge­çerek, yaşadığınız, otobüslerde yaşadığınız insanlar tanımlanır “kadınlarki anne olmamak için direniyorlar/ erkekler ki savaşmayı tümden unutmuşlar/ çocuklar zaten hiç çocuk olmuyorlar”. Aşka çeşitli tanımlamalarla yaklaşılır, “aşkın bir adı da berekettir”, “aşkın bir adı da yanılmamaktır”.

Erdem Bayazıt ’ın risalelerinde, bir kolaylık var gibi görünebilir. Aldanabilirsiniz. Çünkü şiir bir damıtım yoluyla gelmektedir. Ve siz o noktadan alıp götüremezsi­niz şiiri. Yani kolay şiirin ‘el verir, size teslim olur’ özelliğine aldanırsınız. Çünkü yorum ve ‘şairin gözüyle bakma’ girmektedir işin içine.

Savaş Risalesinden ilkinde, İslâm tarihinden kimi çizgiler sunulur. Efendimi­zin hicreti, Medine’de karşılanışı, “gerilmişti altımızda atlarımız/fırlayıp kopacak­mış gibi/baldırlarından/kasları”, Kaab Bin Züheyr’in ‘Suat’ı tasvirine benzetilebilir.

İkincisinde, Afganistan’daki Cihad’ın, o anki konumu sergilenir ‘üç güzel adam’ın ağzından.

Şair, tıpkı Hassan Bin Sabit’in savaş alanında; “bir insan ha aslan pençesinde paramparça olmuş/ha olmuş şiirimin nişanı”, demesi gibi; “şiiri bir mızrak gibi kullanmalısın/mısralarını şarjör gibi sürmelisin damarlara” demekte ve Hassan Bin Sabit’in işlevini yüklemektedir şiirine.”

Kanaatler daha billurlaşsın diye “Risaleler’in türlü şiirlerinden bölümler ala­rak Erdem Bayazıt bahsine son verelim:

AŞK RİSALESİ – ARA ÇAĞRI’DAN – Erdem Bayazıt

Haydi gel sevgilim Uzanalım toprağın altına Çiçekler mayalansın göğsümüzde Bu akıp giden bu kör gidip yol giden

Kalabalıkları bu insanları

Ezen çiçekleri, bir kere bile farkına varmayan

Dökülen bu yıldızları yağmur birikintilerine Çiğneyerek geçen bu adamları ve kadınları Uyarmak için bir an durdurmak için Bu bizi terk eden bacaları öksüz ve boynu bükük Bırakıp giden leylekleri o güzelim hacı leylekleri İçimizde sonsuzluk kavislerinden izlerini taşıdığımız Ama şimdi kendimizi zorlasak da Anımsayamadığımız tasarlayamadığımız o kırlangıçları Ah tekrar dönülebilir mi, yaşayabilir miyiz.

Uzansak yerin altına ve toprak olsak

(Risaleler, s. 15)

TABİAT RİSALESİ’NDEN – Erdem Bayazıt

Yerden göğe doğru akan incecik ırmakları Kendime mahsus bir tarzda dinlerdim ağaç bedenlerinde

O çınar o cami o çınarlı cami suyun tadına vardığımız şadırvan

KAYNAK: TÜRK EDEBİYATI 4. CİLT, AHMET KABAKLI, TÜRK EDEBİYATI VAKFI YAYINLARI, İSTANBUL

Yorumlar kapalı.