Erdem Bayazıt kimdir? Hayatı ve eserleri: 1939’da Maraş’ta doğan Erdem Bayazıt bir süre Hukuk fakültelerine devam etti. 1963’te öğrenimine ara vererek askere gitti. Askerlik dönüşü yüksek öğrenimini Dil ve Tarih – Coğrafya Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nde tamamladı (1971). Edebiyat öğretmenliği, kütüphane müdürlüğü yaptı. Sanayi Bakanlığı İnsan Gücü Eğitim Dairesi Başkan Yardımcısı iken bu görevinden istifa ile ayrılarak Akabe Yayınları’nın ve Mavera dergisi’nin yönetimini üstlendi.
Devlet Plânlama Teşkilâtı’nda sözleşmeli olarak çalıştığı sırada 30 Kasım 1987 seçimlerinde Kahramanmaraş’tan milletvekili seçilerek T.B.M.M. ne girdi.
Erdem Bayazıt, Sovyet işgali günlerinde Kabil’e yaptığı bir seyahatin izlenimlerini İpek Yolu’nda Afganistan (1981) adıyla yayımlamıştır.
İlk şiir kitabı Sebeb Ey (1972), ikinci şiir kitabı “Risaleler” (1987)dir. Son şiir kitabı ise Gelecek Zaman Risalesi (1999)’dir.
Kendi ifadesiyle;
“Tok, kavgacı, destansı bir üslûpla söylenmiş şiirlerinde ayrıca lirik duygular işlenmiştir. İslâmî duyarlık bir “leit-motiv” halinde bütün şiirlerine yayılmıştır.
1975’lerde Erdem Bayazıt için şunları yazmışız:
“Bir genç adam için şehrin ıstırabını, bozulmuş törenin, inançsızlığın, faziletsizliğin tepkilerini, alışılmış düzenden yılgınlığı ve isyanı ve İslâm’da kurtuluşun güzelliğini, maddeden ruha kaçışı, şehirden köye, kasabaya kaçışı ısrarla anlatan şiirler yazmıştır.”
Kendisi bir ankete cevabında (12 Mart 1989) şiir hakkında şu görüşleri ileri sürüyor. Bilhassa şu ikinci bölümdeki sözlerinde istediği şiiri ve kendi şiirinin hedeflerini de açıklamış oluyor:
“1- Şiirsiz bir toplum düşünülemez. Şiir; insanoğlunun asla kapatılması mümkün olmayan özgürlük penceresidir. İnsanı yerin yedi kat altındaki zindana atsanız da, onun özgürlüğe açılan şiir penceresini kapatamazsınız. İnsan, ufku şiirle gözlüyor, aklın ötesine şiirle geçiyor. Normal lisanla anlatamadığı duygularını diğer insanlarla “şiir diliyle” paylaşıyor. Bilinmezliği şiirle kurcalıyor. Demire şekil vermek için onu tav fırınlarına sokuyoruz. Bir toplum da daha çok şiirin; daha geniş deyimiyle san’atın, şiirsel fırınlarında form kazanıyor, şekilleniyor. İbdâ imkânı buluyor. Daha doğrusu ibdâ kapılarını zorluyor.”
“2- Şiirin kaynağı bitmez tükenmez derinlerdedir. Yeraltı denizleri gibi derinlerdedir. Cinsel ilişkide değil aşktadır. Midede değil ruhtadır, mezarların ötesindedir. Akılda değil, aklın üstündedir. Cengiz Han’ın ihtirasında değil, Fatih Sultan Mehmet Han’ın ülküsündedir. Filozofların fantezilerinde değil, Allah Elçilerinin haber verdiklerindedir. Teoride değil dindedir. Güncelde değil tarihtedir… Şairi besleyen damar yüzeyselse, bir başka deyişle, günümüzün şairi toplumu ürpertecek nefesten yoksunsa, yani sizin deyiminizle şiirsiz bir toplum oluşmuşsa, bunda da yüzeysel sularla beslenmeye çalışan şairlerin elbette bir payı vardır.”
İki Şiirinin Tahlili
Erdem Bayazıt, verimli bir şair değildir. İlk kitabı (adını Fethi Gemuhluoğlu’nun annesinden naklettiği bir ünlemden alan) “Sebeb Ey” 1972’de yayımlanmıştır. Risaleler ise 1987’de tam on beş yıl aradan sonra çıkmıştır. Risaleler’den sonra ise, dergilerde çok az şiiri görünüyor. Bu sebeple ona “yitik şairlerden” diyenler olmuş (Ayane, Mayıs 1989) Yine 1984’te, yani “Risaleler” çıkmadan önce “Gurbet Edebiyat Dergisi” (Şubat 1984, Konya, sayı 8) ona:
“Şiirinizde bir durgunluk gözlemekteyiz. Bu bizde, sizin şiiri bıraktığınız intihasını uyandırdı” diye soruyor. Erdem Bayazıt şu cevabı veriyor
“- Şiiri bıraktığımı söyleyemem, belki şiir beni bırakıyor. “Risaleler”i tamamlayamadım. “Hayat” ve “Ölüm ” Risalelerini yıllardır içimde taşıyorum…
(Erdem Bayazıt, şiiri ağır ve zor yazdığını, daha doğrusu içinde iyice biriktirdikten sonra, bazen bir gecede kâğıda dökebileceğini açıklayarak, şöyle devam ediyor:) Yeni şiirler yazabilecek miyim? Bu, benim de merak ettiğim bir husus. Bildiğim, içimde kâğıda dökülmemiş şiirler olduğu…”
Bu durumda; mevcut iki kitabındaki şiirler üzerinde duracağız. Ayrıca “Sebeb Ey” dekilerle “Risaleler”deki şiirlerinin birbirinden az çok farklı olduğunu göreceğiz. İşte ilk kitabına adını veren şiiri:
SEBEB EY – Erdem Bayazıt
Ürperir tabiat üfleyince rüzgârı derin gök soluğu Ulu ses dokununca çarka Düşer ölümün gölgesi eşyaya
Başlar eşyada hareket kurtulmak için kendinden Daha öteye geçmek için arınmak gibi elbiseden Yakalar ölümsüzlüğün sonsuz ipini Sonra ses olur
Zamanın idrâk incisi ses döner döner döner de Yönelir sebebe Sebeb ey
Sesi damarla çizer
Mutlak sözü damarda kanla çizer
Uzar bir göz ağrısının gecesi uçsuz bir nehir gibi
Bir bebeğin ilk hecesi düşer ağzından ansızın ve bulur
Aklı yontan o sonsuz sesi bulur
Sonra toprak sıkışır sıkışır taşar da renk olur tarlada
Güneşin çarpılmış elçisi Van Gogh’la gelir önümüze
Portakalla yayılır karanfilde tutuşur karar kılar denizde
Renk denizde karar kılan ebedî tarla olur
Renk başkaldırırken helezonlar çizerken ses
Som fatih su fetheder tabiatı
Döner döner döğünür eritir dağlan yobaz kayaları
Daha da sığmaz kabına yönelir göğe teslim olur
Ve düşerken toprağa çağırır
Sebeb ey
Her sabah bütün bitkiler iştahlı bir çocuktur
Emer emer emerler toprak anayı
O sultan hâzinesi o hep veren sonsuz cömert anayı
Yeşil hayat kırmızı hareket san sabır emerler
Ve beyaz iman çizer sesini
Tamamlar kavsini
Sebeb ey
(Sebeb Ey, s. 23-25)
Burada dinî-metafizlik derinlikte güzel bir şiirle başbaşayız. Allah’la tabiat ve dolayısıyla insan ilişkilerinin, şairane dille, güçlü mecazlarla, ama anlaşılır (anlamsız olmayan) mısralarla ele alındığı bu şiirde, mısra mısra ahenge ve ortalama sade bir dile de rastlıyoruz. Kendi deyişiyle “Hayatın sırrını idrakte ve çözmekte ortak bir dil aramış” ve onunla yazmıştır.
“Sebeb Ey” de özetlenen dünya görüşü, bir bakıma, şairce anlatılan kendi inancıdır, bir bakıma Tanrı gücünün, tabiattaki her unsur üzerinde “ilk sebep ve tek sebep” olarak işaretlenmesidir. Onun içindir ki, şiirin her bendi “Sebeb ey” diye sona ermektedir. Bu, bir anlamda, Erdem Bayazıt ’ın “tasavvuf’ telakkisi de sayılabilir. Nitekim, tasavvuftan sık bahseden şair, bu konudaki bir soruya da şu cevabı vermektedir:
“Tasavvuf şiirine gelince: Tasavvuf bir tür “hâl” ilmidir yaşanarak girilir içine… Hâl şiirinin saf şiirin en iyi örnekleri şüphesiz Yunus Emre’nin şiirleridir… ” (Gurbet Edebiyat, sayı 8, Şubat 1984)
İlk mısradan itibaren, akış halinde Tanrı, tabiat, eşya ilgileri… Birinden emir “Üfleyince gök soluğu”, ötekilerden “itaat” şeklinde başlıyor.
“Ölümün gölgesi eşyaya düşünce” “Eşya kendinden kurtulmak için harekete geçiyor. Zamanın idrak incisi olan ses” “Sebeb” olan Allah’a yöneliyor.
Sonra dönüşümler (metamorfoz) ele alınıyor. Hayat ölüme, ölüm yeni hayata… Sıkışan toprak renge… renk ise ebedî ve sonsuz bir tarla halinde denize değişiyor:
Rengârenk hayat başkaldırır, ses yüksek perdeden helezonlar çizer… Yobaz kayaları eritir… tam dahasını isterken, en kabına sığmaz halinde göğe teslim olur, toprağa düşerken “Sebeb ey!” bağırır.
Son kıt’ada, mutasavvıfların “kavs-i huruç, kavs-i nüzûl” dedikleri çıkış ve iniş kavisleri hâlinde tam daire vardır.
Hayatı bitkiler emzirir… Hayatın başında yaşama iştihası… Toprak, cömert ana, çıkış ve iniş halinde insandan hiçbir şeyi esirgemez. Şairin kavramlara verdiği sıfatlar, güçlüdür: Hayat, yeşil; hareket, kırmızı; sabır, san, iman ise beyazdır. Derken imân, kavsini tamamlayarak büyük SEBEB’e varır.
Sebeb Ey kitabında yumuşak sesli ve mecaz yüklü olmakla beraber isyan şiirleri de baş yeri tutmaktadır: Yabancılaşmaya isyan, din ve töre bozgunculuğundan nefret: “Elbet kıracağım bir gün bu ihanet kelepçesini” gibi mısralarda odaklaşmaktadır.
Risaleler’de daha açık bir “toplumcu” olarak görünen Erdem Bayazıt, Sebeb Ey’de de kurtarıcı İslâmlık adına, zulüm gören ve haksızlığa uğratılan başta İslâm ülkeleri (Azerbaycan, Afganistan) bütün insanlığın davacısıdır. İşkenceye, haram yemeğe, vicdansızlığa karşı da büyük mücadelenin sözcüsüdür. “Sürüp gelen çağlardan” adlı şiirine bu açıdan bakalım.
“Yeryüzü bana mescid kılındı And verdim toprak şahit tutuldu Her sabah, her öğle, her akşam İkindiyle yıkanarak yatsıyla donanarak
Geldim durdum önünde işte bir anıt gibi Sıyırarak sırtımdan bir yılan giysisini.
Bir yabancı fırtınaya tutulan yapraklarım Kudüs’te, Mescid-i Aksa’da Belki bir Batı karanlığında Topkapı’da Yangına uğramışsa
Duymaz olmuşsa kulaklarım göklerin muştu sesini
Elbet kıracağım bir gün ihanet kelepçesini
Çün defterler açılıp hesaplar soruldukta Yetimin hakkı soruldukta yoksulun hakkı soruldukta Milletim omuz omuza verip Kıyama duruldukta
Gündüzler nasıl beklerse gecenin bitmesini Sabırla söküyorum bu tarih gecesini
Yüreğim usul usul vuruyor Kafkasyalım
Namludan yeni çıkmış sıcacık bir kurşun gibi
Dağlılar dağlar gibi ormanlar ordu gibi ağaçlar asker gibi
Bir Şimal rüzgârı değil bir Şâmil fırtınası
Tutsaklık fırtınası değil bir zafer coğrafyası
Can pazarında Azerbaycan’da
Bir türkü işliyor nakışını kalbimin üstüne
“Kurban olam ayma ayma yıldızına”
Bir ucundan dünyanın öbür ucuna Kan olup dolaşan damarlarımda Arabistan’da Pakistan’da Türkistan’da
(Sürüp Gelen Çağlardan, s. 31)
Sebeb Ey’de büyük şehrin, yapmacık, tabiatsız, ağaçsız, samimiyetsiz, beton ortamından kaçış, Allah’a, dostluğa, köye tabiata sığmış şiirlerinin çok bulunduğunu, bunun Risâleler’de daha açık anlatımla devam ettiğini biliyoruz. Bu şiirlerde kalabalığın beylik ve basit kanaatlerinden, resmîleşmiş ideoloji ve sloganlardan, halkımıza, okullarımıza zorla kabul ettirilen basmakalıp umdelerden açıkça bir nefret, şiirlerinin alt duygu yapısını teşkil etmektedir. Şu iki küçük şiir, Baya- zıt’ın şehir, inanç, töre bunalımını güzel anlatıyor:
VEDA ÇİZGİSİ – Erdem Bayazıt
Kalabalık toplanıyor büyük meydanlara
- Aşka veda
İnsanlar geçiyorlar yollardan
- İnanca veda
Şehir kapanıyor içine
- Toprağa veda
Dolaşıyor bir heykelin taştan eli üstlerine insanların Kuşlar göç ediyorlar, bulutlar göç ediyorlar “Yüzünde son gülümseme kaybolurken çocukların”
İnsana veda.
(Sebeb Ey, s. 13)
VEDA – Erdem Bayazıt
Bu şehirden gidiyorum Gözleri kör olmuş kırlangıçlar gibi Gururu yıkılmış soy atlar gibi Bu şehirden gidiyorum
İnsanlar taş gibi bana yabancı Ağaçlar bensiz hüküm giyecek bulvarda Bir tambur bir yalnızlığı anlatıyorsa O ışıksız pencereden Ben onu duymuyor gibiyim Bir ağaç ölüyorsa kapımızın önünde Ben onu bile duymuyor gibiyim.
Bu şehirden gidiyorum.
Gömerek geceyi içime Sabahın hüznünü beklemeden Gidiyorum bu şehirden
(Sebeb Ey, s. 59)
“Risaleler” kitabında Erdem Bayazıt ’ın, daha açık bir “dava şiirine” yöneldiği, daha didaktik ve sınırlı bir havaya büründüğü söylenmiştir. Zarifoğlu’nun mecaz dolu, İkinci Yeni’ye yatkın “İslâmî simgeciliği”nden biraz daha uzaklaşmış olan bu tarz, “İslâmî akım” çevresinden de bazı tenkidçilerce beğenilmiş, bazılarınca, şiirden uzaklaşma sayılmıştır. Beğenenlerin görüşünü açıklaması bakımından aylık dergi (temmuz, ağustos, eylül 1982/sayfa 28) de “Risaleler” için çıkmış bir yazıyı aynen aktarıyorum:
“Erdem Bayazıt : “Bir adam belki de en çok bir rüzgardır şimdi/ Sisli yabancı gölge gibi gezgin bir rüzgâr” Sebeb E/li şairimiz. Ustamız.
Artık destansı şiirler yazıyor Bayazıt, net şiirler yazıyor. Molozsuz yani, şiirlerinde; çoğunluk kendi anlamlarıyla vardır kelimeler. Kimi sembolik anlamlar yüklemez kelimelerine.
Tabiat Risalesi’nde, şehrin ve siyasanın itliği karşısında”, bir karşı güç olarak tabiat vardır. Tabiatta gezinir şair.
“O çınar, o cami çınarlı cami suyun tadına vardığımız şadırvan”, yine sığınılacak bir yerdir, ama çocuklukta kalmıştır. Ulaşılamaz artık. Zaten, sığınılacak ne bir şadırvan, ne de cami avlusu kalmıştır. Onlarda sığınılmayı gerektiren güzellikler kalmamıştır. Ve hatta ovada da durulmaz. Her taraf insandır. İkide bir; “Biz gene dağlara dönelim”, yinelemeleriyle, insan tabiata çekilmek istenir. Onu çekici de kılar şair. Bir taraftan, tabiatın tüm vahşiliği sergilenirken, bir yandan da dağdaki ramazan akşamlarına yer verilir. Kapılırsınız.
Aşk Risalesi’nde, aşksız insanlar, şu her gün yan sürtünerek, yan birbirine geçerek, yaşadığınız, otobüslerde yaşadığınız insanlar tanımlanır “kadınlarki anne olmamak için direniyorlar/ erkekler ki savaşmayı tümden unutmuşlar/ çocuklar zaten hiç çocuk olmuyorlar”. Aşka çeşitli tanımlamalarla yaklaşılır, “aşkın bir adı da berekettir”, “aşkın bir adı da yanılmamaktır”.
Erdem Bayazıt ’ın risalelerinde, bir kolaylık var gibi görünebilir. Aldanabilirsiniz. Çünkü şiir bir damıtım yoluyla gelmektedir. Ve siz o noktadan alıp götüremezsiniz şiiri. Yani kolay şiirin ‘el verir, size teslim olur’ özelliğine aldanırsınız. Çünkü yorum ve ‘şairin gözüyle bakma’ girmektedir işin içine.
Savaş Risalesinden ilkinde, İslâm tarihinden kimi çizgiler sunulur. Efendimizin hicreti, Medine’de karşılanışı, “gerilmişti altımızda atlarımız/fırlayıp kopacakmış gibi/baldırlarından/kasları”, Kaab Bin Züheyr’in ‘Suat’ı tasvirine benzetilebilir.
İkincisinde, Afganistan’daki Cihad’ın, o anki konumu sergilenir ‘üç güzel adam’ın ağzından.
Şair, tıpkı Hassan Bin Sabit’in savaş alanında; “bir insan ha aslan pençesinde paramparça olmuş/ha olmuş şiirimin nişanı”, demesi gibi; “şiiri bir mızrak gibi kullanmalısın/mısralarını şarjör gibi sürmelisin damarlara” demekte ve Hassan Bin Sabit’in işlevini yüklemektedir şiirine.”
Kanaatler daha billurlaşsın diye “Risaleler’in türlü şiirlerinden bölümler alarak Erdem Bayazıt bahsine son verelim:
AŞK RİSALESİ – ARA ÇAĞRI’DAN – Erdem Bayazıt
Haydi gel sevgilim Uzanalım toprağın altına Çiçekler mayalansın göğsümüzde Bu akıp giden bu kör gidip yol giden
Kalabalıkları bu insanları
Ezen çiçekleri, bir kere bile farkına varmayan
Dökülen bu yıldızları yağmur birikintilerine Çiğneyerek geçen bu adamları ve kadınları Uyarmak için bir an durdurmak için Bu bizi terk eden bacaları öksüz ve boynu bükük Bırakıp giden leylekleri o güzelim hacı leylekleri İçimizde sonsuzluk kavislerinden izlerini taşıdığımız Ama şimdi kendimizi zorlasak da Anımsayamadığımız tasarlayamadığımız o kırlangıçları Ah tekrar dönülebilir mi, yaşayabilir miyiz.
Uzansak yerin altına ve toprak olsak
(Risaleler, s. 15)
TABİAT RİSALESİ’NDEN – Erdem Bayazıt
Yerden göğe doğru akan incecik ırmakları Kendime mahsus bir tarzda dinlerdim ağaç bedenlerinde
O çınar o cami o çınarlı cami suyun tadına vardığımız şadırvan
KAYNAK: TÜRK EDEBİYATI 4. CİLT, AHMET KABAKLI, TÜRK EDEBİYATI VAKFI YAYINLARI, İSTANBUL
Yorumlar kapalı.