John Dewey kimdir? Hayatı ve eserleri: (1859-1952) ABD’li filozof. Pragmacı gelenek içinde “Araççılık” adını verdiği yaklaşımı ortaya atmış, uygulamaya ağırlık veren eğitim öğretisiyle etkili olmuştur. 20 Ekim 1859’da ABD’nin Vermont Eyaleti’ndeki Burlington’da doğdu, 1 Kasım 1952’de öldü. Lisans eğitimi için 1875’te Vermont Üniversitesine girdi. 1879-1881 arasında Pennsylvania’da lise öğretmenliği yaptı. Doktora öğrenimi için girdiği Johns Hopkins Üniversitesi’nde C. S. Peirce’den mantık, G. S. Hall’dan uygulamalı ruhbilim dersleri aldı. Hegelci ve idealist’ felsefeyle karşılaşması, hocası G. S. Morris yoluyla oldu. 1884’te doktorasını aldıktan sonra Michigan Üniversitesi’ne girdi. 1894’te Chicago Üniversitesi’ne profesör olarak girdi. Burada felsefe, ruhbilim ve eğitim bölümü başkanlığına getirildi. Toplum sorunlarıyla yakından ilgilendi, bu alanda etkin bir yaşam sürdü. Kentleşmenin getirdiği sorunları çözmeyi ve özgürlükleri geliştirmeyi amaçlayan çalışmalara katıldı. Ruhbilim ve eğitim alanındaki savlarını sınayıp kanıtlamak amacıyla “Dewey Okulu” adıyla anılan laboratuvarı kurdu. Eğitim konusundaki görüşlerini topladığı The School and Society (Okul ve Toplum) başlıklı kitabını 1899’da yayımladı. 1904’te Columbia Üniversitesine geçti. 1930’da emekli olana değin burada görev yaptı. 1937’de Meksika’da, Sovyet yönetimince suçlanan Troçki’nin suçsuzluğuna karar veren komisyonda ver aldı. Ancak bununla Troçki’yi desteklemediğini, Sovyet yönetimini Lenin’den sonra onun ele geçirmiş olmasının da iyi bir sonuç doğurmuş olmayacağını belirtti.
John
Dewey iki yıllık bir süre için Çin’e gitmiş, orada eğitim konusunda konuşmalar
yaparak gözlemlerde bulunmuştur. Atatürk döneminde, Türkiye’de yapılan eğitim
reformları ile ilgili olarak Ankara’ya da gelen Dewey, Türk hükümetine bir
rapor vermiştir.
Dewey’in
kendi düşüncesi üzerindeki etkileri değerlendirişine göre, T. H. Huxley’in
insan fizyolojisi hakkında yazdıkları, evrim ve zihin üzerine görüşleri, onun
felsefe konularıyla ilgilenmeye başlamasında en büyük etmen olmuştur. Hegel’in
görüşleri ise Dewey’in düşüncesini özgürleştirmiş, özellikle geleneksel
felsefedeki kişi-dış dünya, tin-gövde, Tanrı-doğa gibi ayrımları yıkabilmesine
olanak vermiştir. Hegel’in birleştirici tını (geist) yerme, John Dewey doğa
kavramını kullanır. Doğayı ön plana alışı ve organizmacı bakış açısı ise
James’den esinlenmiştir. Bir toplumsal canlı yaratık olarak insan, Dewey’in
felsefesinde odak noktasıdır.
John
Dewey, kendi yorumundaki pragmacılığı Araççılık ya da Deneyselcilik olarak adlandırır.
Araççılık’ı belirleyen en önemli nitelik, yapılanın doğurduğu sonuçları
vurgulayan açıklamalar getirişidir. Buna göre her düşüncenin değeri, anlamı,
sınanması, sonuçlara bağlı olarak söz konusu olur. John Dewey için mantık bir
yargılar kuramıdır. Ancak, “yargı” da “birinin bir yargıya varması”dır.
Doğruluk ve yanlışlık ise bu anlamdaki yargılar için geçerlidir. Önermeler,
doğru ya da yanlış olamaz; araştırma ve düşüncenin araçları olarak ancak
etkili, etkisiz, ilgili ya da ilgisiz olabilir. Bir yargının anlamı bu yargının
getirebileceği sonuçlardır. Yargının doğruluğu ise bu sonuçların gerçeklenmesi
ve sınanmasıyla saptanır. Buna göre, bilimsel bulguları verenler de dahil olmak
üzere vargıların anlamı, gerçekte, birtakım sonuçları dile getiren kimi koşullu
yargılarda verilir. Anlamı belirlenen bir yargının doğruluk koşulları, anlamı
verenlerinkiyle çakışır.
Dewey’e
göre felsefenin, düşünceyi konu alan yem bir evrimsel mantığa gereksinimi
vardır. Böyle bir mantık düşünceyi “araştırma”, varlığı da araştırmanın konusu
olarak yorumlayacaktır. Bu durumda düşünceye yüklenen geçerlilik, nesnellik,
doğruluk gibi nitelikler, araştırma etkinliği içinde ne anlam taşıdıklarına
göre değerlendirilecektir. Düşünce, veriler ile istenenler arasındaki
karşıtlığı kaldıran bir araçtır: Mutluluk ve doyum sağlamanın yoludur.
Düşüncenin ereği, böylece bir uyuma ulaşmaktır. Bu açıdan, başarı, düşüncenin
amacını oluşturur. Başarılı düşünce doğrudur. Düşünceler, işe yarayana,
işlerlik kazanana değin değiştirilir, biçimlendirilir. Düşünceler bu yolla
doğrulanmış olur. Bir düşüncenin işler olduğunu söylemek onun doğru olduğunu
söylemektir. Başarılı bir işlerliği olmak, doğru düşüncenin en önemli
özelliğidir. Bu düşüncenin doğruluğunu gösteren ya da kanıtlayan, bir nitelik
değil, düşünceyi doğru yapandır. Araştırma süreci içinde sınanan bir düşünce
olumlu sonuç verdiğinde, somut varlıkta bir değişiklik ve uyumlu bir durum
ortaya çıkmıştır. Ancak, süreç ve somut varlık, birbirinden soyutlanır ya da
ayrılır şeyler değildir, işte bu nedenle sürecinden ayrı olarak düşünce ya da
önerme doğruluk ya da yanlışlık taşımaz.
John
Dewey 1938’de yayımlanan Logic:
The Theory of lnquıry (“Mantık: Araştırma Kuramı”) adlı
kitabında, mantık ilkelerinin, bütün araştırma biçimlerinin uyması gereken
evrensel doğrular olduklarını yadsır. Mantığın ilkeleri ya da çıkış noktaları, a priori olmak
yerine, bilimin, belirli bir gelişim aşamasında ki başarısının gerekleri
arasına giren tanımlar, koyutlardır. Bilim yeni araştırma biçimleri
geliştirdiği gün mantığın da buna göre değişmesi gerekecektir.
Bilgi, Dewey’e göre, bir durumun anlayış gücüyle kavranmasıdır. Bu
kavrayış deneyden kaynaklanır, ama deneyle özdeş değildir. Salt deney, bir
durumu ya da bu durumla gelen gereksinimi, düşünmeden karşılamaktır. Örneğin
bir yazıyı daktiloya çekmek, bir yapı inşa etmek, birine âşık olmak, yemek
yemek, salt deneydir. Filozoflar deney üzerine düşünmeyi gene bir deneymiş gibi
kabul ederlerken yanlışa düşmektedirler. Araştırma, deney içindeki gerilim ve
karşıtlıkları giderir, deneyi, birlikte getirdiği sorunları ortadan kaldıracak
biçimde değiştirir. Durumu böylece yeniden örgütleyip getirdiği güçlüklerden
arındırmakla, bilgi sahibi olunur. Bundan ötürü John Dewey, bilgiyi “başarılı
uygulama” diye tanımlar. Ona göre, kuramı uygulamadan ayırmak her ikisini de
değersiz kılar. Öte yandan düşüncenin ancak eylem uğruna var olduğu da
yanlıştır. Çünkü düşüncenin kendisi bir eylem, bir deneyim, bir deneyiştir.
Dünya
bir oluşum içindedir ve bu hep böyle olmuştur, insanlar da dünyayı amaçlarına
göre biçimlendirir, bu oluşum sürecine katkıda bulunur. Böyle- ce, oluşum
sürecinde, bilinçli yaratıklar olarak, düşünce ve inançlarıyla etkin olur. John
Dewey için bilgi deneyden kaynaklanır. Ancak, genç ona göre, deneyin kavrayış
gücüyle yoğrulduğu her durum bilgi sayılamaz. Nesnelerin deneyinin anlayış
gücünde hangi düzeye oturacağı, bu nesnelerin “ne olarak” kavrandığına
bağlıdır. Nesnelerin deneyi, bir bilgi olarak ya da estetik, ahlaksal,
ekonomik, teknolojik gibi değişik açılardan olanaklıdır. Neyin açıklaması
yapılıyorsa yapılsın, bu açıklamanın doyum verebilmesi, nesnenin “ne olarak”
açıklandığının da bilinmesine bağlıdır.
John Dewey, The
Quest for Certainty’de (“Kesinliğin Aranışı”),
kesinliğe erişme çabası içinde, geçmişte yapılanların evrensel doğrular peşinde
koşmak olduğunu ve bunun da kuram ve uygulama arasında ayrım görmeye
götürdüğünü söyler. Ovsa, bu ayrım Dewey’e göre saptırıcı ve yanıltıcı
olmuştur. Bilim ve felsefe, giderek deneysel ve işlemsel nitelikler kazandıkça,
düşünce ve onun yol açtığı eylemin bir arada işleyen araçlar oldukları
anlaşılmıştır. Düşünceler, deneylerin birbirleriyle olan bağlantılarını saptar
ve böylece geleceğin kestirilmesine olanak sağlar. Deneyişe düşüncelerin
sınanmasına olanak verir. 1925’te yayımladığı Experience and Nature’dz
(“Deney ve Doğa”) ileri sürdüğü düşünceler de, bu kitaptakilerle tutarlılık ve
tamamlayıcılık içindir. Her iki yapıtın da başlıca amaçlarından biri, Dewey’in
“izleyici bilgi kuramı” adıyla andığı yaklaşımı çürütmektir, izleyici bilgi
kuramına göre, bilgi temel ilkeleri değişmez olan bir evrensel gerçekliğin
edilgin biçimde izlenmesidir. Bu görüş, Platonculuk’tan çağdaş gerçekçiliğe
dek geniş bir felsefeciler kitlesinin kabul ettiği, özümlediği bir yaklaşımı
belirler. John Dewey, ne gerçekliğin kalıcı olduğunu, ne de bilen varlığın
kendini bir izleyicilik rolüyle sınırlayabileceğim kabul eder. Ona göre, deneye
konu olan nesneler insana soru ve sorunlar getirir, bilgi üretme süreci içinde
hem doğayı izlemek, hem de değiştirmek zorunda bırakır. Doğa ve deney,
Descartes’tan kaynaklanan çağdaş felsefede düşünüldüğü gibi birbirlerine
yabancı değildir. Doğa ve deneyin ikicilikten kaynaklanan yalıtılmışlıkları,
tın-gövde sorununu çözülemeyen bir giz durumuna getirmiştir. Oysa Descartes’ın dile
getirişindeki tin- gövde sorunu bir yalancı sorundur. Doğa ve deney, kişi ve
dış dünya arasındaki zorunlu süreklilik anlaşıldıktan sonra söz konusu sorun
ortadan kalkar. Araççılık’ın ortaya koymuş olduğu gibi, insan organizması doğa
ile bir dinamik ilişki, bir alışveriş içindedir. Böylece düşünce ve eylemin
bağlantısı, fiziksel çevre ile deneyin sürekliliği ortaya çıkarılmış
olmaktadır. Bunu yeterince açıklıkla görmemiş olan eski bilgi kuramcıları,
bilgide bir özne-nesne ayrımına gitmiştir ve böylece, kendi uydurdukları
yalancı sorunlar üzerinde kısır tartışmalara girişmişlerdir. “Modern felsefenin
içindeki görüş karşıtlıkları arasında değişiklik biçimleriyle idealizm,
gerçekçi yorumlar, sağduyu ikiciliği, bilinemezcilik, görelilik, görüngücülük,
hep özne ve nesne ilişkisi düşüncesi çevresinde filizlenmiştir”.
Duyu-verilerinin nesnel olup olmadıkları, algının tasarımcı olarak
açıklanabilirliği gibi sorunların önkabülü de gene bilincin doğanın dışında,
onu izleyen bir ilke olduğu yolundaki yanlış düşüncedir.
Geçmişin
ahlak anlayışları yetersiz kalmıştır. Bunun nedeni keyfi kurallar üzerine
kurulu oluşlarıdır. Oysa sağlam bir ahlak dizgesi, ancak toplumsal çevre
içinde oluşan insan doğasının bilimsel olarak açıklanması temeli üzerine
geliştirilebilir. İnsan doğası, doğanın geri kalan bölümüyle süreklidir;
bundan ötürü de ahlak, fizik ve biyolojiyle bağlantılıdır; sosyoloji, hukuk ve
iktisatla ilişki içindedir. John Dewey, erdem ve kötülükleri, insan
organizmasının doğa ile karşılıklı ilişkisi içinde gelişen alışkanlıklar olarak
açıklar. Ona göre ahlak, belirli durumlarla başa çıkabilmek, bu durumların
getirdiği gereksinimleri karşılayabilmek için yaratılmış eylem biçimlerinden
oluşur. Bu durumlara gösterilen tepkiler alışkanlığa dönüşür ve yaptırıcı bir nitelik
kazanır. Eğitim, organizmanın yenilikler karşısında davranışını değiştirebilmesine
olanak verir.
Sanat,
sanatçının giriştiği düzenleme ve birleştirme sürecinin sağladığı bir
deneydir. Sanat yapıtını izleyen, buna koşut bir süreçten geçerek sanatçının
ilgi alanıyla kendininkini çakıştırır. Sanat, böylece iletişim ortamları
yaratır.
Eğitim
felsefesinde, John Dewey, uygulamayı ön plana alır. Bilimin, kitaplar
ölçüsünde, uygulama yoluyla da öğrenilmesi gereğim vurgular. Sanayinin bu denli
önem taşıdığı çağdaş dünyada öğretim de buna uyum sağlamalı, kitaplardan çok,
yarar sağlayacak bir uygulamaya önem verilmelidir. Okullar bu amaca yönelik
olarak deneme ve yanılmanın somut uygulamasını yöntemli bir biçimde
gerçekleştirebilecek “işyerleri” durumuna getirilmelidir. Dewey’e göre zihinsel
gelişme bir amaç değil, sürekli olarak gelişen bir araçtır. Eğitim okulda
bitmez, kişinin yaşamı içinde kendini sürekli olarak geliştirmesi gerekir.
Gerçek amaç insan karakterinin biçimlendirilmesidir. Dewey’in bu düşünceleri
19.yy’ın ikinci yarısındaki Amerikan eğitimine bir tepkidir. Özellikle bu
eğitimin, çocuğu, kendisine bilgi ve bilişinin akıtıldığı edilgin bir yaratık
olarak ele alan tutumuna karşı çıkar. Yaratıcılığa değer veren ve olgunlaşmamış
deneyi, anlağın beceri ve alışkanlıklarıyla yoğrulmuş ve temellendirilmiş bir
deney biçimine, yeniden kurarak yükseltmeyi amaçlayan görüşünü, “yaparak
öğrenmek” sloganıyla özetler. Bu, zihinsel gelişmeye ve entelektüelliği sınırlı
olan bir işçiliğe yönelmek yerine, soyut eğitimin somut uygulamayla
tamamlanması ereğini güder. Çocuğun bütünüyle yoğrulabilir bir nesne olarak
görülemeyeceğini savunan John Dewey, eğitimin işlevini insanda doğuştan bulunan
eğilimlerin olumlu ve yöntemli olarak geliştirilmesi diye değerlendirir. Bu
bakış açısından kalkarak liberal eğitime bakan John Dewey, buna hiçbir yakınlık
duymaz. Onun görüşüne göre, bu tür eğitim özgür kişinin eğitimi olmak yerine
tembel ve aylak insanın eğitimidir. Bu, çalışmayan kişinin kültürünü yansıtır.
Bundan dolayı da çağdışı kalmıştır, aristokratlara özgüdür. Gelişim ise her
şeyden üstündür. Bunu hiçbir çağdaş dizge, hiçbir öğreti yadsıyamaz. Demokrasiyi
de büyük bir güçle savunmuş olan John Dewey, bu yönetim biçiminin, getirdiği
tüm sorunlara karşın almaşıklarından daha üstün olduğunu düşünmüştür.
Dewey’in
eğitim alanındaki düşünceleri tüm dünyada etkili olmuştur. Pragmacılık’ı kendi
yorumuyla geliştirmiş ve özellikle ABD’de yaygın bir felsefe anlayışı durumuna
getirmiştir.
John Dewey Eserleri:
- Outlmes
of a Critical Theory of Ethics, 1891, (“Eleştirel bir Ahlak Kuramının Ana Çizgileri”); - The
Study of Ethics, 1899, (“Ahlak Üzerine
Çalışma”); - The
School and Socıcty, 1899, (Okul ve Toplum); - Studies
in Logical Theory, 1903, (“Mantık Kuramı
Üzerine Çalışmalar”); - How
We Think, 1910, (“Düşünüş Biçimimiz”); - German
Philosophy and Politics, 1915, (“Alman Felsefe ve Politikası”); - Democracy
and Education, 1916, (Demokrasi ve
Terbiye); - Reconstructıon
in Philosophy, 1920, (“Felsefede Yeniden
Kuruluş”); - Human
Nature and Conduct, 1922, (“İnsan Doğası ve Davranışı”); - Experience and Nature,
1925, (“Deney ve Doğa”); - The Public and Its Problemi,
1927, (“Toplum ve Sorunları”); - The Quest for Certainty,
1929, (“Kesinliğin Aranışı”); - Philosophy and Civilizatıon,
1931, (“Felsefe ve Uygarlık”); - Art as Experience,
1934, (“Deney Olarak Sanat”); - Liberalism and Socıal Action,
1935, (“Liberallik ve Toplumsal Etkinlik”); - Logic: The Theory of lnquiry, 1938,
(“Mantık: Araştırma Kuramı”); - Freedom and Culture,
1939, (“Özgürlük ve Kültür”); - Problemi of Men, 1946,
(“İnsanların Sorunları”); - Knowing and the Known, 1949,
(“Bilme ve Bilinen”).
Kaynak: Türk ve
Dünya Ünlüleri Ansiklopedisi, Cilt 32, Anadolu yayıncılık, 1984.
Yorumlar kapalı.