Derrida, Jacques kimdir? Hayatı ve eserleri: (1930) Fransız, dilbilimci ve düşünür. Yazma eylemini göstergebilim açısından inceleyip yeni bir yorumla gramatoloji adını verdiği bir bilim düzeyine çıkarmıştır. Cezayir’de doğdu. O dönemde Fransa’nın yönetimi altında olan Cezayir’de yaşayan, Sefardik kökenli bir Yahudi ailesinin çocuğudur. On dokuz yaşında Fransa’ya gitti. Paris’te Ecole Normale Superieure’de yükseköğrenimini tamamladı. 1956’da ABD’ye giderek Harvard Üniversitesi’nde çalıştı. 1960’larda Paris’in öncü (avant-garde) dergilerinden Tel Quel’de felsefe yazıları yazdı. ABD’nin önde gelen üniversitelerinden Johns Hopkins ve Yale’de konuk öğretim üyeliği yaptı.
Derrida özgün yorumlarıyla felsefe
tartışmalarına yeni boyutlar kazandırmıştır. Platon öncesi dönemden
Saussure’ye dek uzanan düşünce sistemi içinde, fonosantrik, (phonocentrique),
yani konuşulan dilin öncelik kazandığı bir geleneğin var olduğu savındadır.
Buna göre, konuşulan sözcük tek gerçektir, yazının değeri hayli azaltılmıştır.
Saussure’ün ünlü “gösteren/gösterilen” (signifiant/ signifie) formülasyonu
açısından, Batı düşüncesinde “fonik gösteren” (signifiant phonique), “grafik
gösteren”e (signifiant graphique) oranla hep ayrıcalıklı bir konumda
bulunmuştur. Derrida’ya göre bu, bir fonosantrik yazı metafiziği yaratır.
Derrida bu metafiziği logosantrizm (logocentrisme) diye tanımlar ve tüm düşünce
sisteminin söz merkezli (logocentrigue) bir yapı içinde tutsak kaldığı
İnancındadır. Bu metafizik, Derrida’nın metinlerinde önemli bir yer tutan ve
sözlük anlamlarından farklı bir anlam yüklenen “presence” kavramı bağlamında,
“presence metafiziği” (rnetaphysique de la presence) olarak da adlandırılır ve
“eninde sonunda nesne ile yüz yüze gelebileceğimiz” yanılsamasından
kaynaklanır. Buna göre, bir yerde nesnel, dolaysız, “gerçek bir dünya” ve
insanların bu dünya üzerine somut bir bilgisi vardır. Derrida, İnsanların
dünyayı kavrayışını sınırlayan en önemli etmenin, presence’a bu denli
güvenmeleri ve inanmaları olduğunu söyler. Deneyimlerinin hep parça parça
olmasına karşın insanlar, bir yerde kendilerini kurtaracak ve doğrulayacak bir
bütünlüğün var olduğu konusunda diretirler. Bu, kişiyi, içinde bir “insan”
düşüncesini, dışında da bir “gerçeklik” düşüncesini nesnelleştirmeye yöneltir.
Başka bir söyleyişle, “gösteren” ile “gösterilen” arasında zorunlu bir
bağlantı bulunduğuna, bunların “anlamlı” bir biçimde kilitlendiklerine ve
ortaya gerçek-bir-dünya çıkartacak bir birlik oluşturduklarına İnanır.
Oysa Derrida’ya göre, temelinde
“insan” özellikle “Avrupalı İnsan” yatan bu görüş artık geçerliliğini
yitirmiştir. Böyle bir dünyanın yıkılması, aslında, “Avrupalı İnsan”a miras
kalan “gösteren/gösterilen” bağlantısının yıkılması dernektir. Çünkü, aşkın
(trans- cendantal) ve nihai bir “gösterilen”in (örneğin, “insan doğası”)
varlığı söz konusu değilse, bütün anlamlama (signifıcation) çemberinin büyük
ölçüde genişletilmesi gerekecektir. Böylelikle dünya, geleneksel anlam
kalıplarıyla sınırlanmaktan ve belirlenmekten kurtarılır ve fonosantrik
olmaktan çıkar. Yazma eyleminin çözümlenmesiyle hem anlamın gizil gücü
genişletilir, hem de yeni bireşimlere vardırılır.
Derrida’nın araştırmaları bu bağlamda
Barthes’ınkilere benzer. İki düşünür de göstergebilim açısından yazının önemi
üzerinde durmuşlardır. Eğer bir “göstergeler bilimi”, yazının
gösterge-sisteminin bilinen bir “gerçekliği” olduğu gibi aktarmaktan başka
işlevleri de bulunduğunu kanıtlamışsa, o zaman bu sistem kendi başına ve kendi
niteliklerine sahip bir gösterge-sistemi olarak kabul edilebilir.
Derrida, yazılı sözcüğün bu yeni
durumuyla ilgili olarak “difference” (İng. differentiation, fark) ve
“differance” (İng. deferment, erteleme) terimlerinden oluşan bir kavram ortaya
atar. Sesler arasındaki fonemik farkların algılanması örneğinde olduğu gibi, “difference” dilin işleyişindeki temel
ilkeyi temsil eder. Saussure’ e göre de, dilde yalnızca farklar vardır.
Derrida, bir şeyi farklı kılmak ya da ayırmanın, aynı zamanda bekletmeyi,
ertelemeyi içerdiğini düşünür. Başka bir deyişle, kendinde şeyler (chosa en
soi) arasında bir ayrım önerilerek, bunların birbirlerine göndermede
bulunmaları sağlanır.
Yazma eylemini içeren erteleme süreci,
konuşulan sözcüğe de uygulanabilir. Konuşma, herhangi bir gösterge sistemi
gibi saf olmayan, ikincil bir sisteme sahiptir. Örneğin, “bitki” diyen bir
kişi, topraktan fışkıran bu fiziksel varlığa “bitki” sözcüğünü yazdığında
olduğu kadar uzak sayılır. Ancak yazı ve konuşma farklı eylemlerdir. Konuşma,
daha önceki bir anlamlama eyleminin gölgesi olduğu ve bunun izlerini taşıdığı
için yazının gerçekliğini temsil edemez. Oysa yazıyı inceleyerek dilin işleme
süreci çözümlenebilir ve yazının konuşmanın gölgesi olmaktan çok, dilin özünü
yakaladığı görülebilir. Ayrıca yazının özgül niteliği, herhangi bir metnin
yalnızca tek bir “anlam”a gelmesini olanaksız kılar. Derrida’ya göre metin
ve anlam farklı şeylerdir; bu yüzden bir metnin nihai ve tek bir anlamı olamaz.
Aslında yazı ve dil, doğaları gereği, belli birtakım anlam yapılarıyla
sınırlanamaz.
Derrida bu düşüncelerini ikisi de
1967’de yayımlanan L ‘Ecriture et la difference ve De la grammatologie adlı yapıtlarında açıklamıştır. La
voix et la phenomene adlı kitabında da görüngübilimin önde gelen
adlarından Husserl’in göstergeler kuramını inceler, özellikle ses ve “presence”
kavramlarının görüngübilimdeki rolünü ve konumunu irdeler. Derrida’nın 1972’de
yazdığı Marges de la philosophie,
felsefi
denemelerden oluşan bir yapıttır. Rousseau, Condillac, Saussure, Hegel,
Husserl, Heidegger J. L. Austin gibi adların dilbilim, göstergebilim, görün-
gübilim ve metafizik alanlarındaki çalışmalarıyla ilgili yorumlar getirir. Aynı
yıl yayımlanan La Dissemination, Platon, Mallarme ve Philippe Sollers
üstüne edebi denemelerden oluşur. Özellikle Sollers’ın deneysel romanı Nombres ile ilgili denemesinde Derrida,
yapıtının başlığı olan “dissemination” (yayılma) kavramını anlambilimsel
yönden İnceleyip, çift anlamlılık sorunlarını çözümlemeye çalışmıştır. Gene
1972’de yayımlanan Positions, kendisiyle yapılan söyleşilerden oluşur. Bu,
Derrida’yı ilk kez okuyanlar için iyi bir başlangıç kitabıdır. Bu kitapta
Derrida’nın 1970’lere değin öne sürdüğü tüm düşünceleri, ana hatlarıyla yeniden
özetlenmiştir. Derrida 1976’da yayımlanan Glas adlı kitabında ilginç bir basım biçimi
denemiştir. Ortadan ayrılan her sayfanın solunda Hegel’de aile kavramı, sağında
İse tiyatro yazarı Jean Genet’nin yapıtları irdelenir. İki sütün arasındaki
problematik ilişkiyi sürekli vurgulayan Derrida, bir bireşim olasılığını
okuyucunun okuma biçimine bırakmıştır.
Derrida, felsefe, dilbilim,
göstergebilim, görüngübilim gibi çok kapsamlı ve karmaşık konularla
uğraşmıştır. Ancak tutarlı bir kuram ortaya attığı söylenemez. Derrida
benzersiz bir metin okuyucusu olarak değerlendirilebilir. Birçok önemli kavram
çevresinde bir sistem geliştiren kuramcıların tersine, incelediği metinlerden
çıkarttığı terimlere sürekli yeni roller benimsetmiştir. Metinlerin karşılıklı
etkileşimi içinde bu roller yepyeni bireşimlere varabilir.
Jacques Derrida Eserleri:
- L’Ecriture
et la difference, 1967; - La voix et la phenomene, 1967;
- De la grammatologie, 1967;
- La Dissemination, 1972;
- Marges de la philosophie, 1972;
- Positions, 1972;
- Glas, 1976.
Kaynak: Türk ve Dünya Ünlüleri
Ansiklopedisi, Cilt 31, Anadolu yayıncılık, 1984.
Yorumlar kapalı.