Jacob Böhme kimdir? Hayatı ve eserleri

kihaes 05/07/2018 0

Jacob Böhme kimdir? Hayatı ve eserleri hakkında bilgi: (1575-1624) Alman filozof. Gizemci bir yaklaşım­la varlığın ve oluşun tanrısal bir özden kaynaklandığı görüşünü sa­vunmuştur. Görlitz’in bir köyünde doğdu. Görlitz’de öldü. Yoksul bir ailenin çocuğuydu. Köy okulunu bitirdik­ten sonra öğrenim görmedi. Gençliği çobanlıkla geçti. Yirmi dört yaşında Görlitz’e yerleşerek kunduracılık­la geçimini sağlamaya çalıştı. Yaşamı konusunda değişik söylentiler vardır. Bunlar arasında en ilginci, kendisini din konularına vermesini sağlayan, bir içedoğuştur. Böhme, Aurora adlı yapıtında anlattığına göre, biri 19, biri 25, üçüncüsü de 35 yaşlarındayken kendisinde birtakım değişiklikler olmuş, içine tanrısal özle ilgili esinler doğmaya başlamış. İçine kapalı yaşamayı seven, yalnız başına dolaşan Böhme, bir gezisi sırasında, bir vazodan yansıyan güneş ışınları karşısında derin bir coşkuya kapılmış, bütün gücünü Tanrı konusunda düşünmeye vermiştir.

Böhme’nin felsefeye yaklaşımı inançları dolayı­sıyladır. Çocukluğundan beri, dinine çok bağlı olan ailesinin etkisiyle, inanç sorunlarıyla ilgilenmiş, dü­şüncelerini Tanrı kavramı üzerinde yoğunlaştırmıştır. Kendisine “Philosophus Teutonicus” (Almanya Filo­zofu) denmesine karşılık, Böhme, bir gizemcidir. Üzerinde durduğu konulara, felsefenin benimsediği düzenli bir sorun niteliği kazandırmaktan çok, değişik içerikli açıklamalar getirmiş, bütün çabasını sezgiye, içedoğuşa dayanan bir yönteme bağlamıştır. İlk dö­nemlerdeki yapıtlarında ağır basan bu gizemci eğilim, sorunlara içedoğuşla yaklaşma, sonraki yapıtlarında yer yer felsefeye özgü bir içerikle karışır, daha derli toplu bir yapı kazanır. Onun gizemcilikle felsefe arasında bir süre duraksadığı, sonunda iki öğretiyi kaynaştırmaya çalıştığı, gizemciliğe bir felsefe dizgesi niteliği kazandırma eğilimini güttüğü anlaşılmaktadır.

Böhme’nin üzerinde durduğu temel sorun Tanrı varlığıdır. Onun anladığı Tanrı, Kutsal Kitap’ın, özellikle İncil’in nitelediği Tanrıdan biraz başkadır.

Bütün çabasıyla İncil’den ayrılmamaya, İncil’in içeri­ğine bağlı kalmaya, yazılarında bu tutumunu dile getirmeye çalışmasına karşın “yaratılış” olayını açık­lamada benimsediği görüş Yeni-Platonculuk’un izle­rini taşımaktadır. Evrenin, varlık türlerinin tanrısal bir ışıktan kaynaklanması görüşü, “yaratılış” olayını, bu tanrısal özden bir dışa vuruş, fışkırma (emanatio) olarak yorumlama düşüncesi Yeni-Platonculuk’un te­mel ilkesidir. Ancak, Böhme’nin geniş kapsamlı bir felsefe bilgisi olmadığının söylenmesi, Yeni-Platonculuk’la ilgili bilgileri ne yolla edindiği sorusunu karşı­lıksız bırakmaktadır.

Böhme’nin, Tanrı özüyle ilgili görüşlerinin top­landığı, De Signatura Rerum (“Nesnelerin Belirtisi”) adlı yapıtında açıkladığına göre Tanrı bütün varlık türlerinin, evrenin temel ilkesidir, özüdür, sonudur.

Varolma bakımından Tanrının önüne ön, sonuna son yoktur. Tanrının taşıdığı bu üçlü nitelik kendi özü gereğidir, başka türlü olamaz. Tanrı için biçim, nitelik, nicelik gibi sonlu, sınırlı varlıkla ilgili durum­lar söz konusu değildir.

Tanrı bir başlangıçtır (principio), bu başlangıç sessizlik, karanlık ve dinginlik içindedir. Bu durum onun “Baba-Tanrı” olarak var olmasından ötürüdür.

Ancak, bu “var olma” nesneler ve evren için kullanı­lan anlamda değildir, Tanrı “kendiliğinden var”dır. “Baba-Tanrı’nın bulunduğu karanlıktan, karşıtı olan, bir “ışık” doğmuştur, parlamıştır. Bu ışık ise “Oğul- Tanrı’dır. “Oğul-Tanrı” salt varlıktır, ancak bu salt varlık “tanrısal istenç” niteliğindedir, nesnesi (objectum) gene kendidir, bu istenç kendi kendisinin özdeşidir. “Baba-Tanrı”, “Oğul-Tanrı” bir varlığın iki ayrı nitelenişidir. Öte yandan, bu tanrısal istencin nesnesi (konusu) özünde parlayan ışıktır. Bu da istençle ışığın özdeşliğinden dolayıdır. Işığın dışa vuruşu, parlayışı, yeni bir özdeşini, “söz”ü (Verbum’u) varlık alanına çıkarmıştır. Tanrı “önsüz bilge” olduğundan, kendi özünü bilendir. Onun kendini, özünü bilmesi “söz”de anlamını bulur. Bu bilme, anlamı bulma ile tanrısal ışığın sürekli yayılması arasında bir bağlantı vardır. Bilmek yayılmayı, açıl­mayı gerektirir. İşte tanrısal ışığın yayılması, “Baba- Oğul” İkilisinden, “Kutsal ruh”un doğmasını sağla­mıştır. Böylece “Baba-Oğul-Ruh” üçlüsü, kendi bü­tünlükleri içinde, birlik kazanmıştır.

Tanrı ne iyidir, ne kötüdür, onun ne istenci, ne isteği, ne sevgisi vardır. O, bütün niteliklerin karışıp kaynaştığı bir “Bütün”dür. Tanrının iyi, kötü olma­ması, bir istencinin, sevgisinin bulunmaması, bu niteliklerin “bireysel”, ya da “tikel” oluşundandır.

Oysa Tanrı “Bütün”dür, varlığı sözcüklerle anlatıla­mayandır. Bütün karşıtlıklar, çelişkiler, ayrılıklar, başkalıklar bu engin “Bütün”de birliğe ulaşmış, tanrı­sal özde “önsüz-sonsuz töz” durumuna gelmiştir.

İnsan usunun, anlama yeteneğinin sınırlarını aşan tanrısal varlığı anlamak için önce onun özünü bilmek, yarattığı evreni tanımak gerekir. Evrenin tanınması da içedoğuşla olabilir. İçedoğuşla düşünme arasında iç­ten bir bağlantı vardır. Düşünmeyi sağlayan “ruh”tur.

Ruh, yönetici, bilici, kavrayıcı, anlayıcı güçle donatılmış olan “tanrısal ışın”dır. Bu “tanrısal ışın” bütün diri varlıklara yayılmıştır. Kişide bulunan ruh, * düşünme eylemini gerçekleştiren “tanrısal ışın” denen Tanrı varlığı varlık, gerçekte, “Baba-Tanrı”dır. Kişinin kendini bilmesi, kendini bilişinden yola çıkarak evreni kavra­ması, bu ruhun ışığı ile sağlanabilir. Bu ruhun ışığı da “Oğul-Tanrı”dır. işte duyguların temeli olan, gövde­yi yöneten, ona devinme yeteneği sağlayan güç bu “tanrısal ışın”ın yayılmasıdır. “Ruh” denen varlığın gerçeği böyledir.

Evren yaratılmıştır, ancak, bu “yaratılma” bir “yoktan var etme” değildir, Tanrının kendi kendini “doğuruşu”dur. Tanrının kendi kendini doğuruşu, özünü bir ışık niteliğinde “görünüş alanı”na çıkarma­sıdır. Tanrı, bir ışık olarak görünüş alanına çıkınca, evren denen bütün biçim kazanmıştır. Bu nedenle evrenin oluşu tanrısal ışığın yayılmasıdır, görünme­sidir.

Tanrısal varlığın özünden çıkan ışınla oluşan evren iki ayrı nitelik taşıyan “doğa”dan biridir. Gerçekte iki türlü doğa vardır. Biri engin, görünme­yen, bütün varlık türlerinin oluşunu sağlayan, yaratı gücü olan doğadır. Buna yaratıcı doğa (natura natu­rans) denir. İkincisi duyularla algılanan, görünen, bütün nesneleri kuşatan, zaman ve uzamla bağlantılı diye nitelenen doğadır. Buna da yaratılmış doğa (natura naturata) denir, ikinci doğa olan evren, birinci doğanın özünden bir “ışık” niteliğinde fışkırmıştır.

Bu fışkırma (emanatio) bütün varlıkların özü olan Tanrının göğsünden bir taşmadır.

Böhme, tanrısal varlığa “ilk temel” adını vermiş, 4 onu “önsüz-sonsuz birlik” olarak nitelemiştir. Bu ilk temelin özüyle ilgili nitelikler sürekli dinginlik, ses­sizlik, yokluktur. Bu, karşıtlıkların birliğe ulaştığı varlık, görünüş alanına yansıyınca bütün nesnelerde iki ayrı durum ortaya çıkmıştır. Böhme buna “bütün nesneler bir evet, bir hayırdır” demiştir. Burada, oluş bakımından bir “diyalektik” söz konusudur. Böhme’ ye göre “gerçeklik kendi karşıtını da içerir.”

Böhme, eski simyacıların düşüncelerinden de yararlanmış, varlık türlerinde yedi aşamanın bulun­duğunu ileri sürmüştür. Bu yedi aşamanın ilk dördü tanrısal evrenle ilgilidir. Onun özenle üzerinde dur­duğu son üç özdeksel ilkedir. Bunlar da kişide, belli durumları gösteren, belli niteliklerin oluşmasını sağla­yan tuz, cıva ve kükürt gibi nesnelerdir. Tuz, kişide istek denen eğilimin kaynağıdır, kişinin yapısında vardır. Direnmenin kaynağıdır, nesnelerin oluşundan önce istek vardı, onun gerçekleşmesi sonucu nesneler biçimlendi. ikinci ilke olan cıvanın özelliği devin­me, yoğunlaşma gibi oluşmalardır. Üçüncüsü olan kükürtün başlıca özelliği de yönlendirme, bir amaca göre eyleme geçirmedir. Bu üç ilke birbirinin karşıtı olduğu gibi, yarattıkları eylemler de çelişiktir.

Böhme bilgi konusunda iki ilkenin bulunduğunu ileri sürmüş, bilme eyleminin kaynağını tanrısal varlığın özüyle bağlantılı görmüştür. Ona göre bilgi­nin iki kaynağından biri “Tanrı kayrası”, öteki “Kutsal ruh”tur. Bu iki kaynağın dışında bilgiyi oluşturabilecek bir güç yoktur. Öte yandan ahlakla ilgili sorunları da “tanrısal istenç” ortamında ele almıştır. Ona göre Tanrı özünde biri iyi, biri kötü olmak üzere iki karşıt nitelik vardır. Evrenin oluşu da bu karşıt nitelikler yüzündedir. Bu nedenle bütün varlıklarda iyi ile kötü bulunur. Bu durum, Tanrının kötüyü istediği anlamına gelmediği gibi kötüden kurtulamamış sanısını da gerektirmez. Bu karşıt nitelikler birbirinin anlaşılmasında birer “ölçü”dür.

Böhme, felsefe alanında, yeni bir çığır açmamış, ancak felsefenin alanı içine sokulan, sonra yalnız tanrıbilimin konusu olan inanç sorunlarına içe doğuş ve sezgiye dayanan bir yorum getirmiş, bu yorumla kendinden sonra gelenleri derinlemesine etkilemiştir. Onun ortaya attığı gizemci düşüncenin izleri, değişik biçimlerde olmak üzere, Spinoza, Malebranche, Goethe, Hegel gibi birçok önemli düşünürde görülebilir.

Jacob Böhme Eserleri

  1. Aurora, 1612, (“Günaçımı”);
  2. Signatura Rerum 1622, (“Nesnelerin Belirtileri”);
  3. Mysterium Magnum, 1623, (“Büyük Gizem”).

Kaynak: Türk ve Dünya Ünlüleri Ansiklopedisi, 19. cilt, Anadolu yayıncılık, 1984

Yorumlar kapalı.