Henri Bergson kimdir? Hayatı ve eserleri hakkında bilgi

kihaes 10/10/2016 2

Henri Bergson kimdir? Hayatı ve eserleri hakkında bilgi: (1859-1941) Fransız filozof. Sezgicilik’in kurucu­sudur. İnsan yaşamının başlangıçta yönlendirici bir atılımla sürekli geliş­me süreci içinde olduğu görüşünü savunmuştur. Paris’te doğdu, gene orada öldü. Yahudi kökenli Polonyalı bir baba ile İrlandalı bir annenin oğludur. Dokuz yaşına dek Londra’da kaldıktan sonra Paris’e döndü. Ortaöğrenimini Condorcet Lisesi’nde, sonra 1878’de Ecole Normale Superieure’de, yükseköğrenimini Yüksek Öğretmen Okulu’nda gördü. Öğrenimini bitirince 1881’de felsefe öğretmeni olarak görev­lendirildi.

Önce Angere, daha sonra Clermont liselerinde felsefe okuttu. 1889’da L’Essai Sur Les Donnees Immediates de la Conscience adlı yapıtıyla Sorbonne Üniversitesi’nde felsefe doktoru sanını kazandı. Oldukça başarılı bir çalışma sayılan bu yapıtından sonra Rolün Koleji’nde felsefe öğretmenliğine, daha sonra Dördüncü Henri Lisesi’ne atandı. Öğretmenlik göre­vini sürdürürken, bir yandan da felsefe çalışmalarını hızlandırdı. 1896’da Matiere et Memoire adlı yapıtım yayımladı. Bir süre Yüksek Öğretmen Okulu’nda “konferansçı” olarak çalıştı (1898-1900). Sonra College de France’a felsefe profesörü olarak atandı. 1900’de Le Rie adını verdiği yapıtı yayımlandı. Bir süre sustu. 1907’de en büyük yapıtı sayılan ve kendisine büyük ün sağlayan l’Evolution Creatrice’i yayımladı. Fransa dışında da ününün yayılmasına yol açan bu yapıtın yayımından sonra uzun bir süre gene sustu. 1924’te Akademi üyeliğine seçildi. 1928’de Nobel Ödülü’nü aldı. 1932’de Les deux Sources de la Morale et de la Religion yayımlandı. Yapıtlarında deneycilik, usçuluk ve görecilik akımlarına karşı eleştiriye dayalı savlar ileri sürdü.

Bergson bu çalışmalarının yanı sıra değişik felsefe dergilerinde araştırmalar, incelemeler yayımladı. Einstein’m zamanla ilgili kuramı konusunda, kendi görüşlerini, özellikle “süre” sorununu içeren bir çalışma yaptı. Bu çalışmasında, Einstein’ın “zaman” kavramı ile, kendisinin “süre” kavramının bağlantılı olduğu görüşünü savundu.

Bergson felsefeye kendinden önce gelen ve yaşa­dığı dönemde özellikle pek yaygın olan Darwincilik, Lamarckçılık ve Entelektüalizm gibi akımları eleştir­mekle girdi. Ona göre yaşamı birtakım değişmelerle, dönüşümlerle açıklama olanağı yoktur. Bu nedenle Darwin’in, Lamarck’ın gelişim kuramları insanı anla­maya, açıklamaya yetmez. Onlar gibi, insanı yalnız özdek ya da tin olarak gören öğretiler de soruna çözüm getirecek güçte değildir. İnsanı anlamak başka varlıklardan yola çıkmakla değil, onun özünü, kişili­ğini, benliğini kuran öğeleri bulmakla bağlantılıdır. İnsan, eski felsefenin ileri sürdüğü gibi, yalnız gövde-tin birliğinin kurduğu bir “bütün” değildir, onun bugüne değin işlenmemiş öğeleri, üzerinde durulma­mış yönleri vardır. Bu alanların sınırları içine girebil­mek için bütün önyargılardan sıyrılmak, yeni bir yöntemle işe koyulmak gerekir.

Bergson’un düşünce evreninde odak sorun “zaman” kavramıdır. O, zaman kavramına başlangıçta kendi çağına dek gelen bütün filozofların, konuyla ilgili açıklamalarını eleştirmekle yaklaşmıştır. Ona göre eski felsefenin anladığı zaman, bilimin ölçülebi­len bir uzay (mekân) olarak nitelediği olgudur. Böyle bir görüş zaman kavramının içerdiği sorunu çözmeye yetmez. Zaman insan bilincinin bir oluşumu ve yaratıcı gelişimidir. Bu nedenle insan bilincinin dışın­da değil, gelişim süreci içindedir, insan bilinci ise belleğin oluşturduğu ayrı bir varlıktır. Belleğin köke­ni de geçmişin şimdiki sürede uzamasıdır. Bellek bu özelliği yüzünden, durağan değildir, geçmişten bugü­ne doğru uzayan kesintisiz bir akıştır. Nitekim insanın “bilinçli varlığının özünü, geçmişin şimdiki sürede uzaması demek olan bellek kurar, geçmişin geriye dönmesi söz konusu değildir. Deney bunu, , doğrudan doğruya, göstermektedir.”

İnsan tin-gövde İkilisinin değil, “ben”in biçimlendirdiği bir varlıktır. “Ben” ise insan bilincinin bir “kabuk bölümü” us, anlayış gücü, mantık, bilim gibi katları oluşturur. Bu bölümün biçimlenmesinde başlı­ca etken, içinde yaşanan toplumun genel geçerlik taşıyan koşullarına uymaktır. Bu kabuk bölümün çalışması “nedensellik ilkesi”ne bağlıdır. Bilincin içini oluşturan öz ise “temel ben” (moi fondamental) denen varlıktır. “Temel ben” sürekli bir devinim, atılım içindedir. Onun için durağanlık, belirlenim söz konusu değildir. “Ben”in oluşmasında bilinç de­ğişmelerinin etkisi büyüktür. Sürekli bir akış niteliği taşıyan bilinç değişmelerinin aralıklı olarak kavran­ması “ben” kavramının doğmasını sağlar.

Değişme bir gelişme süreci özelliği taşır, bu bakımdan kesintisiz bir ilerlemedir. İlerleme ise canlı varlık için söz konusudur. Bergson “değişme” kavra­mından kendine özgü bir anlam çıkararak önceki bilgelerden ayrılır. Ona göre değişme bir durumdan başka bir duruma geçmek değil, yeni bir tür ortaya koymak için yaratıcı bir atılımda bulunmaktır, bu da yaşamın özü gereğidir. Nitekim “değişmenin yeni bir türün doğmasına olanak sağlayacak aşamaya ulaşabil­mesi için genel bir duruma dönüşmesi, her canlı varlıkta yavaş, ancak sürekli olarak ortaya çıkması gereklidir.” Bu süreklilik yaratıcı eylemin gerçekleş­mesi için başlıca koşuldur. Yaratıcı eylem, değişmenin verimli bir durum kazanmasına, belli bir olgunluğa varmasına bağlıdır. Değişmenin başka bir özelliği de bir “çaba” olmasıdır. “Canlı varlığın, içinde yaşamak gereğinde kaldığı çevreye uyabilmek için tükettiği bir çabanın ürünüdür.”

Değişmenin canlı varlıklarda bir gelişme olduğu açıktır. Canlı varlığın hangi türü olursa olsun, cansız­lar gibi bir kurala bağlı olması özü gereğidir. Bütün canlı varlıklar da gelişme süreci içinde, “fiziksel, kimyasal yasalara bağlıdır”. Bu nedenle “herhangi bir canlıya kendiliğinden uygulanabilecek, genel geçerlik taşıyan, bir biyoloji yasası yoktur.” Varlık türleri, kendi oluş ortamlarında, özel yasalara bağlı gibi görünürlerse de doğru değildir, doğru olan değişme ile gelişmedir. Bir canlının gelişmesi, oğulcuğun (embryon) gelişmesi gibi sürenin kesintisiz olmasını, geçmişin şimdi de sürüp gitmesini, sonunda “organik bir belleğin ortaya çıkmasını gerektirir.” Bütün değiş­meler, gelişmeler bir süre içinde gerçekleşir. Süre içinde gerçekleşen gelişme yaratıcı bir atılımdır. Bergson bu yaratıcı atılıma “elan vital” demektedir. Yaratıcı nitelik taşıyan yaşam atılımı ile sürekli bir gelişimi, kesintisiz bir evrimi sağlayan “oluş” birbirini gerektiren iki süreçtir. Birinin bulunmadığı yerde öteki de yoktur. Öte yandan yaşam atılımı da, evrimi gerçekleştiren oluş da süreye bağlıdır.

Süre bir akıştır, kesintisiz bir ilerlemedir, geçmi­şin gittikçe büyüyen, geleceğe doğru uzayan açılımı­dır. Bu uzama sürecinde, geçmiş kendi kendini korur, saklar. Geçmişin kendi kendini koruması, belli bir yerde durma, kesintiye uğrama anlamına gelmez. Burada sürenin bitmeyen bir akış oluşu söz konusu­dur. Akış bir uzayıştır, sonu ve sınırı olmayan, yalnız kendi kendisiyle tanımlanabilen bir uzayıştır. Öte yandan, süre bölünemeyen bir devinim, ölçülemeyen bir atılımdır, bir oluştur. Süre için “vardır” denemez, yalnız “olmaktadır” denebilir. “Vardır” demek, belli bir anlamda sınırlandırmadır, nesneyi bir “yere” koymaktır. Oysa süre belli bir yerde değildir, bitme­yen “oluş” tur.

İnsan araç yapan bir varlıktır (homo faber), onu başarıya ulaştıran yetileri arasında anlayış gücünün (zekâ) önemli bir yeri vardır. Bu kavrayıcı yeti uzamla ilgili özdeğe karşılıktır. Adına anlak (zekâ) da İnsan araç denen bu anlayan, kavrayan yetinin özünü “yapma”, yapan bir bir işi başarma, eylemde bulunma oluşturur. Anlağın varlıktır başlıca görevi de gövdeyi, bulunduğu çevreye uydur­mak, gövde ile dış nesneler arasındaki ilişkileri kavramak, özdeği düşünmektir. Bergson Evolution Creatrice adlı yapıtında anlağı tanımlarken, onun gerçek yerinin devinmeyen, cansız, katı nesneler arasında olduğunu ileri sürmüştür. Ona göre anlak “katı nesneler arasında bırakıldığı sürece kendini evin­de duyar”. Bu devinmeyen cansız, katı nesneler bütün başarıların, çalışmaların, çalışma araçlarının, kavram­ların dayanağıdır. Bütün kavramlar, bu katı nesnelerle ilgili tasarımların yeniden yoğrulup düzenlenmesin­den doğmuştur. “İnsan anlağının geometride başarıya ulaşmasının nedeni de” bu katı nesnelerle ilgili tasarımlardır. Mantık denen bilimin kökeni de bu nesnelerdir. Anlak, yapısı gereği, ne yaşamı, ne de süreyi bir bütünlük içinde kavrayabilir. Ancak, bir dizgeyi yasaya uydurabilir, onu yeniden kurabilir. Anlağın ayırt etme yetisi vardır.

Bergson anlayış gücünün gerçeği kavramadaki Gerçeğe götüren yetersizliğini kendi düşünce düzeni içinde başka bir sezgi yetiyle gidermeye çalışmıştır. Onun “sezgi” adını verdiği bu yeti yapısı gereği kişinin içevreniyle ilgilidir. Sezgi (intuition -intuıtus) içten olanı, özde bulunanı görme anlamındadır. Araç yapan insanın (homo faber) başlıca özelliği anlakla donatılmış olma­sıydı. Bilen kişinin (homo sapiens) en önemli özelliği de kendisinde sezgi denen yetinin bulunmasıdır.

Anlak dışa dönüktür, sezgi ise içe yöneliktir. Anlağın kavrayamadığı “süre”yi sezgiyle bilme olanağı vardır. “Homo sapiens” in bir yetisi olan sezgi özdeğe dayalı yaşamın denetimi altında değildir. Sezgi insanın yöneldiği nesne boyuna devinen, sürekli bir akış içinde olan, diriliği bulunan, süreç niteliği taşıyandır. Sezginin en önemli başarısı süreyi kavramasıdır. İnsanın gerçeği bilmesi sezginin gücüne bağlıdır. Sezginin bir yeti olarak ortaya çıkması kolay değildir. Kişide kendi içevrenine dönmeyi, kendi “temel ben”inin varlık alanına girmeyi sağlayan bir çabayı gerekti­rir. Bu çaba doğal eğilimlerin akışına karşıt bir girişimdir. Bu girişim ise güçlü bir içedönüş eyle­midir.

Sezgi bilgi kuramıyla bağlantılıdır, bilginin kazanılmasında başlıca kaynaktır. Bergson’un felsefesinde sezgiye dayanan yöntemin uygulandığı en önemli alan bilgi sorununun ortaya çıktığı yerdir. Ona göre bilgi kuramı belli bir ölçüde ruhbilimin ilgi ortamına girer. Bu ortamda bellek kavramıyla karşı karşıya gelinir. Bergson belleği yapısı ve niteliği bakımından, işlevi yönünden ikiye ayırmıştır. Birincisi gövdeye bağlı, sürekli yinelenmelerden oluşan, kendiliğinden sürüp giden bir işleve dayanır. İkincisi ise anıların imgeleriyle ilişkilidir, “salt bellek”tir. Hangi açıdan bakılırsa bakılsın, bilgiyi sağlayan yetinin yaşamdan ayrılması olanaksızdır. “Salt bellek”i de bu yaşam bağlantısı içinde görmek gerekir, yaşamla olan bağ­lantı “yaşam kuramı” ile “bilgi kuramı” arasında içten bir ilişkinin bulunduğunu gösterir. Bilginin edinilme­sinde tek geçerli ilke olan “sezgi”nin kaynağı da yaşamdır. Bu nedenle sezgi-bilgi bağlantısı kişiyi yaşamın içine çeker. Ancak, bilgi kuramının da anlağı genel gelişimi içinde ele alması gerekir. Yoksa “anlağı genel gelişimi içinde görmek istemeyen bir bilgi kuramı, bize, ne bilgi öbeklerinin kuruluş biçimini ne de bunları hangi yolla genişletip aşabileceğimizi öğretebilir.” Anlağın görevi yaşamı anlatmaktan çok oluşturmaktır. Yaşam mantık ilkelerine göre ilerleye­mez, kimi sürelerde yanılmalara düşer, sapar. Buna karşın evrensel bir nitelik taşıyan yaşam atılımı (elan vital) kendi doğrultusunda gider, değişik bölümlere ayrılarak gelişir. İşte bilgi kuramı ile yaşam kuramı arasındaki varlık bağlaşımını sağlayan ilkeyi bilmek sezginin işidir. Sezginin güçlülüğü, derinliği bu bağ­lantıyı kavramasıyla orantılıdır.

Bergson’un felsefesinde özgürlük kavramı yeni bir anlam kazanır. Ona göre özgürlük başka bilgelerin ileri sürdükleri gibi bir devinme ve davranış sorunu değildir. Özgürlük yaşam atılımı içinde bir oluş, sürekli ilerleme ve süredir. Bu oluş ve ilerleme, süre durağan ve kesintili olmadığına göre özgürdür.

Bilimin kökeni bilmedir, bilginin sağladığı ola­naklarla kurulu dizge bütünüdür. Bu nedenle sürekli bir oluş, bir ilerlemedir, gelişmedir. Kendi içine kapalı, kendi çevresinde dönen bir bilimin geçerliği yoktur. Bu nedenle “bir bilimin genellikle başarabile­ceği en önemli iş kazanılmış sonuçları yeni bir birliğe sokmaktır.” Bilim böylece insana yararlı olabilir. Bu yarar, kişinin gelişim süreci içinde, bilimle kurduğu ilişkinin gerekli bir sonucudur. Ancak, burada sözü geçen “yarar” pragmacılığın ilen sürdüğü anlamda değildir.

Sanat bir yaratı alanıdır, dolayısıyla gelişimle, ilerlemekle bağlantılıdır. Bergson sanatın insan için yararlı olması gerektiğini ileri sürmüş, “yarar gözet­meyen sanat, yarar gözetmeyen düşünce gibi bir süstakısıdır.” demiştir. Ona göre sanat bir buluştur, yenilik getiren, gelişime katkısı olan bir nesneyi ortaya koyuştur.

Ancak burada sözü geçen “buluş” bilgi verilerine dayanan, bilinen nesnelerden yola çıkan bir eylem anlamındadır. Bergson, en yeni buluşların bile bilinen nesneleri bir düzene koymak olduğu görüşünü savun­muştur. Bilinen nesneler, bilincin akışı içinde olan, yaşam atılımıyla bağlantısı bulunan, sürekli bir geli­şim akışında yer alan varlıklardır, birtakım gelişigüzel türetmeler değildir.

Bergson’un felsefesinde metafizik önemli bir yer tutar, ancak onun “eski felsefe” dediği düşünce dizgesinin anladığı metafiziğe karşıt bir görüşü be­nimsemiştir. Felsefenin konusu yaşamın bütünüdür, insanı çevreleyen sınırsız evrendir. Bu evreni kavra­mak da sezginin başarısıdır. Sezgi yaşamın ve bütün gerçekliğin bir “oluş” olduğunu kavrar. Gerçekte nesneler değil, eylemler vardır, eylemler bir “oluş” niteliği taşıdığından “varlık oluştur.” Oluşun kap­samı varlık kavramınınkinden çok daha geniştir. Bilimin açıkladığı varlık alanı özdekle bağlantılıdır, oysa özdeğin kendisi bile bir devinim ve atılımdır. Devinim iki türlüdür. Biri yaşam atılımının kapsamı­na giren “yükselen devinim”, öteki özdek alanında ortaya çıkan “alçalan devinim”. Bu iki devinim türü varlığın temelini oluşturur. Özdek dağılan, bölünen yaratıcı bir davranış niteliği taşır, buna karşın yaşam uzamla bağlantılı olmayan, daha çok ruhbilim alanına giren bir atılımdır. Özdek-yaşam karşıtlığından do­ğan olayın benzerini bilinç alanında görme olanağı vardır. Bu alanda temel karşıtlık sezgi ile anlak arasında ortaya çıkar. Sezgiyle yaşam eşdoğrultuludur, anlak karşıt yönlüdür. Anlağın bir varlık olarak özdeğe göre düzenlenmesi bundandır. Eski felsefe bu gerçeği görememiş, yalnız anlak ve onun kapsamı içine giren kavramlarla yetinmiştir. Sorunlara sağlıklı bir çözüm bularak başarıya ulaşamayışının nedeni budur.

Etik konusunda Bergson’un gelenekçi felsefeden ayrı bir yol tuttuğu görülür. Ona göre “ahlak”ın iki türü vardır. Biri içedönük (kapalı) ahlak, öteki dışadönük (açık) ahlaktır. Les deux Sources de la Morale et de la Religion adlı yapıtında işlediği ahlak sorununu dinle birlikte ele almıştır. Kapalı ahlak’ın kaynağı içgüdüye dayalı eylemlerin toplumla olan ilişkileridir.

Bu eylemler, toplum yaşamının sürekli baskısı altın­da, kendiliğinden biçimlenerek birer töre niteliği kazanmıştır. Kişi bunlara bir içgüdü eyleminde oldu­ğu gibi uyarak davranır. Bireyin “ben”i ile bu tür ahlak ilkeleri arasında uyuşmazlık çıktığında gerginlik artar, kişi topluma karşı direnir. Bu ahlak türü baskı altına alıcıdır. Açık ahlak ise üstün insanlara özgü olan ve tarihte benzeri az bulunan kişilerde ortaya çıkan bireysel ahlaktır. Bu ahlakın kaynağı baskı değil esindir, yaratıcı, ilerletici bir nitelik taşır. Onun açık oluşu bütün yaşamı kuşatması yüzündendir. Özgürlük duygusunun gelişmesinde etkili olan açık ahlakın belli bir nesnesi yoktur.

Bergson ahlak sorununu incelediği yapıtında dine de geniş yer vermiş, onunla ilgili görüşlerini ayrıntılı olarak sergilemiştir. Ona göre dinin de ahlak gibi iki türü, iki ayrı kaynağı vardır. Din “durağan din”, “devingen din” olmak üzere ikiye ayrılır. Durağan din, kişinin varlığını ilgilendiren, doğanın geliştirdiği bir korunma aracıdır. Kişiyi içinde yaşadı­ğı topluma bağlayan, bireyle toplum arasında uyum ve birlik sağlayan bu tür dindir. Bu dinin başka bir kaynağı da ahlakın bir söylence niteliği kazandırdı­ğı kişisel işlevlerdir. Devingen dinin kaynağı gizemci­liktir. Bu nedenle yaşam atılımıyla yakın ilgisi vardır.

Bergson çağdaş felsefeye getirdiği yeni sorunlar­la, bu sorunlara aradığı çözümlerle ilgi çekmiş, özellikle felsefeye ruhbilim açısından bakanlar üzerin­de etkili olmuştur.

YAPITLAR (başlıca):

  1. Matiere et Memoire, 1896, (“Özdek ve Bellek”);
  2. Le Rire, 1900, (Gülme);
  3. l’Evolution Creatrice, 1907, (Yaratıcı Tekamül, 1947);
  4. Les deux Sources de la Morale et de la Religion, 1923, (Ahlak ile Dinin İki Kaynağı, 1949),
  5. Les Donnees îmmediates de la Consâence, 1889, (Şuurun Doğrudan Doğruya Verileri, 1950).

Kaynak: Türk ve Dünya Ünlüleri Ansiklopedisi, 15. cilt, Anadolu yayıncılık, 1983

2 Comments »